18-21 Haziran tarihleri arasında Orta ve Doğu Avrupa Uluslararası Çalışmalar Birliği ve Rijeka Üniversitesi tarafından düzenlenen bir uluslararası katılımlı konferans için Hırvatistan’ın Rijeka şehrinde meslektaşlarımla dünya siyasetine dair gelişmeleri ve eğilimleri ele alma fırsatı buldum.
Dört gün süren konferansın ana teması “Küreseli-Yereli Bilmek: Geçmişi Tahayyül Etmek, Geleceği Tartışmak” şeklinde belirlenmişti. Son dönemde özellikle Ukrayna’da sürmekte olan Rus saldırganlığı ve İsrail’in Hamas’a karşı mücadele gerekçesiyle Gazze’de işlemekte olduğu insanlığa karşı suçların gölgesinde ve etkisinde gerçekleşen bir akademik toplantı oldu.
Batı dünyasının ürettiği uluslararası ilişkiler bilgisinin ve üzerine dayandığı felsefi, sosyolojik ve ekonomik temellerin tartışmalara konu olduğu oturumlarda, Küresel Güney’in çok boyutlu dışlanmışlığı ele alındı ve tartışıldı. Dekolonizasyon süreciyle birlikte “beyaz adamın sorumluğu” sona ererken, bağımsızlaşan Üçüncü Dünya halkları kendi egemen devletlerine kavuştular. Fakat uluslararası sistemin çok önceden yazılmış siyasi ve ekonomik kuralları ile kendilerini başbaşa buldular. Sonuç ise Küresel Güney’in nesneleştirilmesi oldu. Bir diğer değişle kendisi hakkında karar verilen, etkilenen ve edilgen bir aktör olarak görüldü.
Diğer yandan 21. yüzyılın başıyla birlikte uluslararası sistemde özelde ABD’nin tek kutupluluğu ve genelde ise Batı dünyasının hegemonyası sistemde yükselişe geçen Rusya, Çin, Hindistan ve İran gibi aktörler tarafından hem bireysel olarak hem de örgütlü yapılar içerisinde müştereken eleştirilmeye ve karşı çıkılmaya başlandı. Bu örgütlü karşı çıkışın son dönemdeki en popüler olanı ise BRICS ülkeleri. Temelde Brezilya’yı, Rusya’yı, Çin’i, Hindistan’ı ve Güney Afrika’yı içeren bu yapı, temsil ettiği ekonomik büyüklük, nüfus, ülkesel alan ve politik etkiyle birlikte Batı ile mesafeli ya da soğuk ilişkileri olan ülkeler açısından önemli bir çekim merkezi olmaya başladı. Küresel Güney’in on yıllardır süregelen sosyal, ekonomik, siyasi, kültürel ve güvenlikle ilgili sorunları lokal kalacak ve yayılma eğilimi olmayacak sorunlar olarak görüldü. Bugün ise dünyanın yaşadığı gerçeklik bunun tam tersi yönünde seyrediyor. Böyle olunca Küresel Güney’in edilgen aktörlüğü yerini “Küresel Güney ne diyor?” sorusuna bırakmaya başladı. Bu soru akademik çevrelerde güçlü bir biçimde sorulurken, politikacılar ve uygulayıcılar da bu soruyu sormak durumunda.
Küresel siyaset sınır aşan insan hakları, çevre, sağlık sorunları ve ekonomik azgelişmişlik gibi sorunları ve kaygıları bünyesinde barındırmakta. Öyleyse görmezden gelerek ve yok sayarak değil, kapsayarak ve birlikte çalışarak politika üretmek kaçınılmaz hale gelmekte. Bununla birlikte bu küresel tepkilerin ve çabaların önündeki en büyük engel hala ulusal reflekslerden ve saplantılardan kurtulamayan bakış açıları. Ne yazık ki bu bakış açıları Ukrayna’da ve Gazze’de ölüm, Mısır’da, Suriye’de ve Kuzey Kore’de diktatörlük ve hatta gelişmiş Batı’da popülizm ve otoriteryanizm getirmekte. Bu nedenle, küresel ile yerelin olumlu etkileşimini keşfetmek, çok taraflı çalışmak ve tüm paydaşları içeren mekanizmalar yaratmak elzem görünüyor.