Küresel siyasette önümüzdeki dönemin en sıcak gündem başlıklarından birisi 5 Kasım 2024 tarihinde yapılacak seçimler sonucunda 60. ABD Başkanı’nın kim olacağı oluşturacak.

Çünkü dünyanın bir numaralı askeri gücüne sahip olan, 27.3 trilyon dolarlık milli geliri, üretim kapasitesi, finans gücü, uluslararası örgütlerdeki etkinliği ve ittifak ilişkileriyle süpergüç konumundaki Birleşik Devletler, küresel siyasetin en belirleyici ülkesi olma konumunu sürdürüyor. 
Doğal olarak dünya siyasetinin tüm diğer aktörleri bu güçteki bir devleti kimin ve hangi anlayışla yöneteceğini merak ediyor.  
ABD’de başkanlık yarışı Joe Biden’ın adaylıktan çekilmesi sonrasında Demokrat Parti adayı Kamala Harris ve Cumhuriyetçi Parti adayı Donald Trump arasında geçecek. 
Trump için uğradığı başarısız suikast girişiminin yarattığı politik rüzgâr, Başkan Biden’ın fiziksel ve mental yetersizliğine dair vurguları ile Demokrat Parti iktidarına ve siyasetçi tercihlerine dair eleştiriler ve yine Başkan Biden ile televizyon canlı yayını tartışmasındaki başarılı bir performansı seçim kampanyasında şu an için öne çıkan unsurlar olarak görünmekte. 
Diğer yandan Kamala Harris için ise dört yıllık Başkan Yardımcılığı tecrübesi ve bu dönemde Amerikan ekonomisinin özellikle pandemi etkisine rağmen hızlı bir toparlanma sürecine girerek yarattığı istihdam ve buna bağlı işsizlikteki azalış ve %5.1 ile ABD tarihinin en yüksek büyüme rakamlarına ulaşılması en büyük avantajları olarak görülüyor. 
Son kamuoyu yoklamalarında Kamala Harris yüzde 47 ile Trump’ın yaklaşık 2,5 puan önünde görünüyor. (Kaynak: The Economist). Elbette seçimlere daha yaklaşık 75 gün olduğunu unutmamak gerekir.   
 Nihayetinde küresel siyasetin önünde önemli sorunlar ve     süreçler var. Bugünlerde özellikle Ukrayna-Rusya Savaşı ve Gazze en sıcak başlıklar.
Her iki sorun alanında ABD, belirleyici ülke konumuna sahip. Her iki başkan adayı da İsrail’e destek konusunda tereddüt göstermiyorlar. 
Ve hatta Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyarak ABD elçiliğini Kudüs’e taşıma kararını uygulayan başkan olduğunu unutmamak lazım. Her ne kadar Kamala Harris küresel siyasete elbette ABD’nin çıkarları üzerinden bakacaksa da, Amerikan dış politikasında kurumsal bakış açısının, değerlerin ve çok taraflılığın geçerli olacağını kestirmek güç değil. Bu tahmin Amerikan dış politika tarihine dair yapılacak kestirme bir okuma ile dahi ortaya konabilir.
Diğer yandan Donald Trump ne kadar ön görülemez bir başkan olduğunu dört yıllık başkanlık performansı ile tüm dünyaya gösterdi. Kullandığı üslup ve dil ile diplomasi tarihine geçecek örneklere imza attı. Bu örneklerin bazılarını ise ne yazık ki Türk-Amerikan ilişkilerinde gösterdi.  
Son tahlilde dış politikasında ABD’nin yer aldığı herhangi bir küresel siyaset aktörü için 5 Kasım’daki seçimler sonucunda Beyaz     Saray’a dört yıl için kimin yerleşeceği çok önemli. Seçimlere kadar bu köşede süreci farklı gündemleri ve aktörleri ile ele alacak yazılarla değerlendirmelerimizi sürdüreceğiz.