Türkiye’nin geleceğini şekillendiren en önemli unsurlardan biri hiç şüphesiz eğitimdir. Ancak, uzun yıllardır maarif sistemimiz ve üniversitelerimiz ciddi sıkıntılarla boğuşmaktadır.
Bu meseleler, sadece bugünü değil, yarınımızı da derinden etkilemektedir. Eğitimdeki zaaflar, bir milletin istikbalini tehdit eder; zira ilim ve irfan ışığında yetişmeyen bir neslin, karanlığa mahkûm olma ihtimali yüksektir.
Türkiye’de eğitim sisteminin temel problemi, sürekli değişen politikalar ve istikrarsız uygulamalardır. Hangi neslin hangi sistemle yetiştiği belirsizdir. Her yeni hükümet döneminde yapılan reformlar, bir öncekinin izlerini silmek üzerine kurulu olduğu için, sistemde bir devamlılık sağlanamamaktadır. Özellikle sınav odaklı eğitim anlayışı, öğrencilerin bilgiyi özümsemekten ziyade ezbercilikle yetinmesine neden olmaktadır. Bu durum, maarifin asıl gayesi olan “aklı ve vicdanı hür bireyler” yetiştirme idealinden bizi her geçen gün uzaklaştırmaktadır.
Eğitimdeki bir diğer önemli problem, özel okulların hızlı bir şekilde yaygınlaşmasıdır. Özel okulların varlığı başlı başına bir mesele olmasa da, bu kurumların büyük bir kısmının “eğitimde kalite”den çok “ticari kazanç” peşinde koşması ciddi bir sorun teşkil etmektedir. Yüksek öğrenim ücretleriyle ailelerin bütçelerine ağır yük bindiren bu okullar, çoğu zaman öğrencilerden daha fazla gelir elde edebilmek için etik dışı yöntemlere başvurmaktadır.
Örneğin, bazı özel okullar, öğrencilerin mezuniyetini bilerek geciktirerek “ek sınıf” yaratmakta ve velileri fazladan ücret ödemeye mecbur bırakmaktadır. Eğitim kalitesine odaklanmak yerine, sınav sonuçlarıyla reklam yapmayı tercih eden bu kurumlar, öğrencilere uzun vadede bir fayda sağlamamaktadır. Ayrıca, birçok özel okulda öğretmenlerin maaşlarının düşük olması ve iş güvencelerinin bulunmaması, eğitimcilerin motivasyonunu kırmaktadır. Bu durum, eğitimdeki kaliteyi doğrudan olumsuz etkilemektedir.
Türkiye’nin yükseköğretim kurumları, bir zamanlar bilim ve düşüncenin beşiği olmayı hedeflerken, bugün birçok açıdan nitelik kaybı yaşamaktadır. Üniversitelerin sayısının hızla artması, nitelikli eğitimle desteklenmediği için kaliteyi düşürmüştür. Akademik kadroların liyakatten ziyade siyasi aidiyet üzerinden belirlenmesi, bilimin evrenselliğine gölge düşürmektedir. Üniversite hocaları arasında ilmi çalışmalar yapmak yerine bürokratik işlerle meşgul olanların sayısı artarken, bilim üretimi yerinde saymaktadır.
Bir diğer mühim mesele ise özgürlük eksikliğidir. Üniversiteler, fikirlerin serbestçe tartışıldığı, farklı düşüncelerin yeşerdiği mekânlar olmalıdır. Ancak, son yıllarda öğrencilerin ve akademisyenlerin ifade özgürlüğü kısıtlanmış, eleştirel sesler susturulmuştur. Bu durum, üniversitelerin asli vazifesi olan “hakikati aramak” gayesine ters düşmektedir.
Üniversitelerdeki sorunların en vahim neticelerinden biri, nitelikli gençlerin yurtdışına gitmeyi tercih etmesidir. Beyin göçü, ülkenin en değerli kaynağı olan insan sermayesini kaybetmesine yol açmaktadır. Gençler, yurt içinde kendilerine sunulan imkanların sınırlı olması, iş bulma kaygısı ve bilimsel çalışmalarını rahatça yürütememeleri nedeniyle başka ülkelerde geleceğini aramaktadır. Bu da, “kendi öz evladını ihmal eden” bir sistemin neticesidir.
Üniversiteler, sadece eğitim veren değil, aynı zamanda bilgi ve teknoloji üreten kurumlar olmalıdır. Ancak Türkiye’de araştırma ve geliştirme faaliyetlerine yeterli bütçe ayrılmamaktadır. Laboratuvarlar yetersiz, kütüphaneler eski, araştırma fonları sınırlıdır. Bu durum, ülkemizin bilimsel gelişmelerde geri kalmasına ve teknoloji üretiminde dışa bağımlı hale gelmesine sebep olmaktadır.
Maarif ve üniversite meselelerinin çözümü, köklü bir zihniyet değişimini gerektirmektedir. Eğitimde ve üniversitelerde liyakate dayalı bir sistem kurulmalı, özgürlükçü bir ortam sağlanmalıdır. Araştırma ve geliştirmeye ayrılan kaynaklar artırılmalı, gençlere ilim yolunda rehberlik edecek nitelikli hocalar yetiştirilmelidir.
Unutulmamalıdır ki, eğitim bir milletin şah damarıdır. Eğer maarif alanında güçlü bir irade ortaya konulmazsa, “tefekkür”den yoksun bir toplum ortaya çıkar. Türkiye’nin geleceği, bugün üniversite sıralarında oturan gençlerin elindedir. O gençlere değer vermezsek, “hikmet” ve “irfan” yolunda ilerlemek bir hayalden öteye geçemeyecektir.