Efendim, Evveli, ahiri, zahiri, batını selamlarım. El-Evvelü Allah, El-Ahirü Allah, Ez-Zahirü Allah, El-Batınü Allah. Sahibi selamlarım.
Sahib-i Hakiki’yi selamlarım. Sağımı, solumu, önümü, ardımı selamlarım. “Levlake sırrının mazharı”nı selamlarım. Validesini, Hatice Validemi, Fatıma Validemi selamlarım. Çihar-ı Yar-ı Güzin’i selamlarım. Erkan-ı Erbaa’yı; Selman’ı, Mikdad’ı, Ammar’ı, Ebu Zerr’i selamlarım. Mümin ve Müslim taife-i ecinniyi selamlarım. Ve sizi selamlarım.
Peygamber-i Ekber, bir hadis-i şeriflerinde buyururlar ki:
“Önce selam, sonra kelam.”
İşte bu sebeple önce sizi selamlıyorum.
Yine Peygamber-i Ekber bir başka hadis-i şeriflerinde buyururlar ki:
“Önce refik, sonra tarik.”
Yani, önce yolda yoldaş, sonra yol.
Bugün size güzel Malatyamızın şirin ilçesi Arapgir’in yetiştirdiği, dostluk üzerine yazdığı eseriyle tanınan büyük üstat Fethi Gemuhluoğlu’nun selamlamasıyla başlamak istedim. Üstadı anlamak ve onun dediklerini hayata geçirmek, dünyamızı güzelleştirmek demektir.
Türkiye’de ve dünyada toplumsal yozlaşma ile şiddetin artışı, derin politik, sosyolojik ve tarihsel nedenlere dayanmaktadır. Bu durum ne tesadüf ne de ani bir değişimin sonucudur. Bilinçli olarak oluşturulan bir sistem, bugünkü kaosun temelini atmıştır.
Mevcut hükümetin iktidara geldiği ilk yılları saymazsak, son yıllardan itibaren uyguladığı politikalar, toplumda birçok konuda huzursuzluk yaratmıştır. Millet, adalet mekanizmasının bağımsızlığını kaybettiğini dillendirmeye başlamıştır. Rüşvet ve akraba kayırma, toplumda şaşkınlıkla karşılanmayan sıradan olaylara dönüşmüştür. Öyle ki liyakat yerine “sadakat” esas alınmakta, ehil olmayan ellerde devletin tüm kurumları çürümektedir.
Parti ayrımı yapmaksızın, siyasetçilerin son dönemdeki söylemleri de bu şiddet kültürünü beslemektedir. İnsanlar, 1990’ların siyasi aktörlerini arar duruma düşmüş ve seçmenler, kitleler halinde yeni arayışlara yönelmiştir.
Toplumsal dokuyu parçalayan bir başka etken ise, Atatürk ve dinin siyasete alet edilmesidir. Dindarlık adı altında yozlaşma desteklenmiş; cemaatler ve tarikatlar devlet içinde güç kazanmıştır. Atatürkçülüğü savunan partilerin illegal örgütlerin etkisi altına girmesiyle, Cumhuriyet’in temel ilkeleri yok sayılmıştır. Eğitim sistemi bilimsellikten uzaklaştırılarak bireylerin sorgulama yeteneği törpülenmiştir. Özellikle 12 Eylül darbesinden bu yana, halkın siyasi bilinci sistematik olarak zayıflatılmıştır.
Kadınların her gün öldürüldüğü, çocukların istismara uğradığı bir ülkede, ne demokrasiden ne de insanlıktan söz edilebilir. Bu cinayetler yalnızca bireysel değil, sistemin sorumluluğu altındadır. Mevcut hükümet politikaları bu şiddet sarmalını kırmak yerine, kadınları eve hapsetmeyi ve şiddeti normalleştirmeyi esas almıştır. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması, kadınların can güvenliğini yok sayan bir adım olmuştur ve bu kararı alanlar, cinayetlerin ortağı durumuna düşmüştür.
Rüşvet neredeyse kurumsallaşmıştır. Halkın gözünün içine baka baka yapılan usulsüzlükler, “normalleştirme” yoluyla unutturulmuştur. Devlet ve belediye kadroları akrabalara, yandaşlara ve partililere tahsis edilmiş; liyakat tamamen ortadan kaldırılmıştır. Bugün üniversite mezunu gençler işsiz dolaşırken, parti rozeti taşıyan bir lise mezunu yüksek makamlarda maaş almaktadır.
Adalet artık Türkiye’de bir lüks haline gelmiştir. Millet, bağımsız mahkemelerin tarafsızlığını sorgular hale gelmiştir. Mahkemeler, iktidara yakın isimler için birer kalkan; muhalifler için ise bir cezalandırma aracı olarak görülmektedir. Bu çöküş, toplumun adalete olan güvenini yok etmiştir.
Hukuk sistemi, hiçbir siyasi partinin ya da liderin etkisi altında kalmadan çalışmalıdır. Devlet kademelerinde işe alımlarda, akrabalık ve yandaşlık yerine bilgi ve beceri esas alınmalıdır. Eğitim sistemi bilimsellikten uzaklaştırılmıştır. Eleştirel düşünceyi destekleyen, laik ve eşit bir eğitim modeli benimsenmelidir. İstanbul Sözleşmesi yenilenerek yürürlüğe girmeli ve kadınların can güvenliği devletin birincil önceliği olmalıdır. Kamu kaynaklarının nasıl harcandığı halka açık olmalı; rüşvet ve yolsuzlukla mücadelede sıfır tolerans politikası benimsenmelidir. Kadın ve çocuk cinayetlerine karşı caydırıcı cezalar getirilmeli, suçlulara hiçbir şekilde tolerans gösterilmemelidir. Cemaat ve tarikatlar, devlet işlerinden tamamen arındırılmalı; laiklik anayasal bir zorunluluk olarak korunmalıdır. Medya bağımsız hale getirilmeli, sansür ve propaganda sona erdirilmelidir. Siyasi partilerin finansmanı şeffaf olmalı, seçimler adil bir şekilde yürütülmelidir.
Bugün Türkiye, bu yozlaşma ve şiddet döngüsünü kırmak istiyorsa, önce bu çürümüş sistemi baştan sona değiştirmek zorundadır. Halk, baskıya boyun eğmek yerine, demokratik haklarını savunmalı ve sorumluluk almalıdır.
Bu sebeple millet, yeni içerikli ve hakkaniyetli partiler aramaya başlamıştır. Yeniden Refah Partisi, Zafer Partisi ve Yavuz Ağıralioğlu’nun yakın zamanda kurduğu Anahtar Partisi seçmenler tarafından mercek altına alınmıştır. Ne diyelim, tüm seçmenlerin hakkında hayırlısı olsun.
Unutulmamalıdır ki, suskunluk suça ortak olmaktır. Kimseyi üzmek derdinde değiliz; tek isteğimiz, refah içinde huzurlu bir yaşamdır.
Kalın sağlıcakla.