Türkiye’nin son yıllarda içine girdiği siyasi ve ekonomik türbülans, hukukun üstünlüğü ilkesinin sorgulanmasına neden oldu.
Türkiye’nin son yıllarda içine girdiği siyasi ve ekonomik türbülans, hukukun üstünlüğü ilkesinin sorgulanmasına neden oldu. Son olarak, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması, ülkedeki yolsuzluk iddiaları, belediyelerin mali denetimi ve yerel yönetimlerin yetki sınırları üzerine yeniden düşünmemizi gerektiriyor. Bu süreci, yalnızca bir siyasi hesaplaşma olarak okumak yerine, devletin işleyişi açısından ele almak ve belediyelerin denetiminin gerekliliğini vurgulamak daha sağlıklı olacaktır.
Türkiye, üniter yapıya sahip bir devlettir. Anayasa’da belirtilen idari yapı, yerel yönetimlerin merkezi otoritenin gözetiminde hareket etmesini öngörür. Belediyeler, halka hizmet sunma görevini üstlenen idari birimlerdir; ancak bu, onları denetimden muaf kılmaz. Devletin bütünlüğünü ve vatandaşın menfaatini koruma sorumluluğu, yerel yönetimlerin mali ve idari açıdan şeffaf bir şekilde yönetilmesini zorunlu kılar.
Bugün ülkemizde birçok belediye, ihale süreçlerinden imar uygulamalarına, bütçe harcamalarından kaynak tahsisine kadar pek çok alanda şeffaflık ilkesine aykırı hareket etmektedir. Kamu kaynaklarının adil dağıtımı ve etkin kullanımı, yalnızca yerel yöneticilerin insafına bırakılmamalıdır. Devlet, milletin vergileriyle oluşturulan bu bütçelerin nasıl harcandığını denetleme yetkisini sonuna kadar kullanmalıdır
Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması, birçok kesimde siyasi bir operasyon olarak yorumlandı. Ancak meselenin yalnızca siyaset penceresinden okunması, kamuoyunun dikkatini asıl konudan uzaklaştırıyor: Türkiye’de kamu yönetiminde yolsuzluklarla mücadele ne durumda?
CHP’li belediyelerde son yıllarda artan yolsuzluk iddiaları, basında sıkça yer buluyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yönetime geldiği günden bu yana gerçekleştirdiği bazı harcamalar, usulsüzlük tartışmalarına yol açtı. İBB’nin iştirak şirketleri üzerinden yapılan harcamalar, liyakatten uzak atamalar ve kamu kaynaklarının belirli gruplara aktarıldığı iddiaları, bu tartışmaların temelini oluşturuyor. İmamoğlu’nun davası, bu iddialardan bağımsız olarak ilerliyor olsa da, belediyelerdeki genel denetimsizlik sorununun göz ardı edilmemesi gerektiğini gösteriyor.
Bu noktada, soruşturma sürecinin tarafsız, şeffaf ve hukukun üstünlüğü çerçevesinde yürütülmesi şarttır. Bir belediye başkanının, siyasi aidiyetine bakılmaksızın, görevini kötüye kullanıp kullanmadığı objektif şekilde incelenmelidir. Aynı zamanda, hukuk mekanizmasının adil olması, hiçbir kararın siyasi saiklerle alınmaması, toplumsal güvenin zedelenmemesi açısından hayati önemdedir.
Türkiye’de belediyelerin mali denetimi yalnızca Sayıştay raporları ile sınırlı kalmamalıdır. Gerek iktidar partisine, gerekse muhalefet partilerine mensup belediyeler, periyodik olarak bağımsız denetim mekanizmalarına tabi tutulmalıdır. Devletin denetim organları, yolsuzluğa karışan belediyelere karşı cezai yaptırımları hızla uygulamalıdır.
Özellikle büyükşehir belediyeleri, milyarlarca liralık bütçeleriyle adeta birer küçük devlet gibi hareket etmektedir. Bu kadar büyük bir mali gücün, merkezi idarenin etkin denetimi olmadan kullanılması, devletin zayıflatılması anlamına gelir. Belediyelerde ihale sistemlerinin yeniden düzenlenmesi, kamu harcamalarının daha sıkı denetlenmesi ve şeffaflık mekanizmalarının artırılması şarttır. Aksi takdirde, hangi parti yönetimde olursa olsun, belediyeler rant odaklı bir yönetim anlayışının esiri olmaya devam edecektir.
Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması ve sonrasında yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin sadece siyasi kutuplaşmalar üzerinden değerlendirdiği bir mesele olmamalıdır. Bu olay, belediyelerin mali disiplini, kamu kaynaklarının kullanımı ve devletin denetim mekanizmalarının ne kadar etkin işlediği açısından ele alınmalıdır.
Devletin güçlü olması, yalnızca merkezi yönetimin otoritesinden ibaret değildir; aynı zamanda, yerel yönetimlerin de hukukun ve şeffaflığın içinde hareket etmesini sağlamakla ilgilidir. Bugün İmamoğlu yargılanırken, yarın başka bir belediye başkanı benzer bir süreçle karşılaşabilir. Önemli olan, bu süreçlerin adil, şeffaf ve devletin bekasına hizmet edecek şekilde yürütülmesidir.
Türkiye, siyasi hesaplaşmalarla değil, güçlü kurumlar ve hukukun üstünlüğüyle yönetilmelidir. Devletin gücünü korumak, belediyelerin keyfi yönetimini önlemek ve milletin kaynaklarını doğru kullanmak için her türlü denetim mekanizması etkin şekilde işletilmelidir.