Adalet, insanlığın en kadim değerlerinden biridir. Toplumların huzur ve barış içinde yaşaması, bireylerin haklarını koruyacak bir adalet mekanizmasının varlığına bağlıdır.

Tarih boyunca büyük medeniyetler, güçlü ordular ve ihtişamlı şehirler inşa ettiler; ancak hiçbir uygarlık, adaleti ayakta tutamadan uzun süre varlığını sürdüremedi. Çünkü adaletin terazisi bozulduğunda, toplumlar içten içe çürümeye başlar.

Kadim dinlerin her biri, adaletin kutsallığını vurgulamış, insanları hakkaniyetle hükmetmeye çağırmıştır. Kur’an-ı Kerim, “Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınızın aleyhine bile olsa, Allah için hakkı ayakta tutan şahitler olun.” (Nisâ, 135) buyurarak adaleti kişisel çıkarlardan bağımsız tutar. Bir kimsenin kimliği, siyasi görüşü ya da toplum içindeki konumu ne olursa olsun, adaletin gözetilmesi gerektiğini emreder.

Tevrat’ta ise şu öğüt verilir: “Adaleti saptırmayın, adam kayırmayın, rüşvet almayın. Çünkü rüşvet bilgelerin gözünü kör eder, doğruların davasını saptırır.” (Tesniye, 16:19) Adaletin kişisel menfaatler doğrultusunda eğilip bükülmesi, yalnızca bireylere değil, tüm bir topluma zarar verir. Çünkü hukuk, sadece güçlüler için değil, en zayıf olanın da hakkını güvence altına almak için vardır.

İncil’de ise Hz. İsa, “Dış görünüşe göre yargılamayın, adil bir yargıyla yargılayın.” (Yuhanna, 7:24) buyurarak adaletin şekilsel değil, özünde doğru olması gerektiğini belirtmiştir. Adalet, hukukun lafzına değil, ruhuna uygun hareket etmeyi gerektirir. Eğer bir yargılama, hakkaniyet duygusunu tatmin etmiyorsa, eğer toplumda bir kesim bu yargılamanın adil olmadığına inanıyorsa, ortada yalnızca hukuki bir mesele değil, vicdanı yaralayan bir durum vardır.

Tarih boyunca birçok lider ve yönetici, yargıyı bir sopa gibi kullanarak muhaliflerini susturmaya çalışmıştır. Ancak unutmamak gerekir ki, baskıyla sağlanan düzen geçicidir. Adalet terazisi bir kez şaştığında, bundan sadece bir kişi ya da bir grup değil, bütün bir toplum zarar görür. Kur’an’da, “Bir topluluğa duyduğunuz kin, sakın sizi adaletsiz davranmaya itmesin.” (Mâide, 8) buyrulur. Çünkü gerçek adalet, düşmanınıza bile hakkını vermekle mümkündür.

Bugün, adaletin gerçekten sağlanıp sağlanmadığına dair sorular soruluyorsa, bu sadece bir mahkeme kararıyla ilgili değildir; bu, toplumsal vicdanın yaralandığını gösterir. Eğer bir ülkede mahkemelerin kararları tartışma konusu oluyorsa, insanlar hukukun gerçekten bağımsız olup olmadığını sorguluyorsa, orada bir mesele var demektir. Çünkü adaletin olduğu yerde güven, güvenin olduğu yerde de barış olur.

Her birey, her yönetici ve her yargı mensubu şunu unutmamalıdır: Adalet, bir gün herkese lazım olur. Ve adaletin terazisi, yalnızca bu dünyada değil, hesap gününde de tartılacaktır.