Türkiye’de kamuoyu “Kursk” ismini 12 Ağustos 2000 tarihinde Oscar II tipi bir Rys denizaltısının bir tatbikat sırasında Barents Denizi’nde batması ile duydu.

Putin yönetimi ülkesinin itibarını korumaya çalışsa da en nihayetinde Kursk faciası 118 Rus denizcisinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlandı. Böylece Vladimir Putin, Mart 2000 tarihinde Rusya Federasyonu Devlet Başkanı seçilmesinden 5 ay sonra Rus toplumuna bir faciayı anlatmak durumunda kalıyordu.

Diğer yandan aynı Putin, 2000 yılında başlayan ve bugüne kadar süren iktidarında Rus dış politikasının temelini uluslararası sistemdeki güç dağılımını çok kutupluluğa dönüştürmek olarak belirledi. Uluslararası sistemde genel olarak Batı dünyasının ama özelde ABD hegemonyasını sona erdirmek ile somutlaşan Rus dış politikasının en temel amaçlarından birisi NATO’nun Rus sınırlarına doğru genişlemesini önlemek oldu. Fakat NATO’nun 2008 Bükreş Zirvesi’nde hem Gürcistan hem de Ukrayna’ya üyelik perspektifi verilmesi, Rusya’nın en büyük korkularından birisinin gerçeğe dönüşmesi anlamına gelecekti. Nihayetinde süreç 24 Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaş ile sonuçlandı.

Savaş hala sürerken Ukrayna’nın Rusya topraklarına yönelik olarak dört tugaydan oluşan bir askeri güçle 6 Ağustos 2024 tarihinde başlattığı operasyon Kursk bölgesi merkezli olarak sürüyor. Rusya bir başka “Kursk Faciası” ile mi karşı karşıya diye aklımızdan sorular geçiyor. Bu askeri operasyon ile Ukrayna’nın öngördüğü askeri-stratejik hedefler olarak Rus topraklarında işgalci bir güç olmaktan ziyade çatışmaları Rus topraklarına taşımak, Ukrayna toplumuna moral vermek ve Rus toplumunda Putin’e olan desteği sorgulatmak, cephedeki Ukrayna silahlı güçlerine moral vermek, Batı dünyasına Ukrayna’nın hala savaşmaya devam ettiğini ve daha fazla desteği hak ettiğini göstermek ve son olarak olası bir barış müzakeresi masasında kontrolü altına aldığı Rus topraklarını bir pazarlık unsuru olarak kullanmak olduğu ifade edilebilir.

Bu hedeflerin hangisinin etkin bir biçimde gerçekleştirileceğini yakın gelecek gösterecek. Fakat açık olan şu ki Ukrayna-Rusya Savaşı’nın yeni bir aşamaya geçti. Taraflar arasındaki çatışmalar da artık Rus topraklarını ve Rostov ve Belgorod gibi Rus şehirlerini de içine almaya başladı. Bu yeni koşullarda Putin’in Kiev başta olmak üzere Ukrayna şehirlerini doğrudan hedef alabileceği öngörülebilir. Ki Harkiv’e yönelik saldırı bu öngörüyü doğrular nitelikte. Diğer yandan savaşın başından beri dile getirilen en büyük kâbusun, yani taktik nükleer silahlar kullanabileceği de akla gelmekte. Geçtiğimiz günlerde Çernobil adlı filmi tekrar izledim ve 26 Nisan 1986’da yaşana faciaya karşı ulusal ya da etnik kimliklerinden bağımsız olarak Sovyet insanının kahramanca mücadelesini izledim. O günlere şahitlik eden ve acılarını yaşayan insanların nükleer silah kullanma çılgınlığının bir öznesi olmayacağını ümit ediyorum. En azından rasyonel aklım bunu söylüyor. Savaş beklenilen aksine şiddetini arttırarak sürüyor fakat nükleer silah kullanma olasılığı anlamında umarım akıl galebe çalar… Alternatif gerçekliğin neye benzeyeceğini merak eden tüm okuyucularıma Mad Max filmini izlemelerini öneririm.