9 Aralık’ta Beşar Esad, ailesinin Suriye’deki 54 yıllık iktidarını sona erdirip ülkesini terk ederken, ben de Polis Akademisi Başkanlığı tarafından düzenlenen bir sempozyum dolayısıyla Ankara’daydım.
O günün yoğunluğunu başkentte uluslararası ilişkilere ve Türk dış politikasına kafa yoran ve karar veren bir grup meslektaşım ve karar-alıcıyla birlikte yaşadım. Açıkçası hemen herkeste “bekle gör” olarak ifade edilebilecek bir sükûnet hakimdi. Bu tercih Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından da birkaç gün sonra dile getirildi.
Suriye’de 9 Aralık’ta olanlarla sadece bir sayfa kapanmış ve soru işaretlerinin getirdiği belirsizliklerle dolu yeni safha başlamıştır. Her ne kadar ülkemizde Esad iktidarının sona ermesini romantik söylemlerle bir zafer olarak kutlayan taraflar olsa da devlet aklındaki soğukkanlılık olumlu olarak değerlendirilmelidir.
Türkiye, 2010 yılında başlayan Arap Baharı ile birlikte şekillenen Suriye politikasında Esad rejiminin son ermesiyle temel amacına ulaşmıştır. Fakat yeni dönemle birlikte Türkiye’yi ve ulusal güvenliğini ilgilendirilen ve sorulması gereken birçok zorlu soru belirmiştir.
Peki bu zorlu sorular nedir? Birincisi, 7 Ekim 2023-9 Aralık 2024 tarihleri arasında Ortadoğu siyasetinde yaşanan hızlı, baş döndürücü ve trajik gelişmelerin kapsamlı bir analizi yapılmadan son iki haftada Suriye’de olanlar anlaşılabilir mi? İkincisi, Esad rejimi devrilirken ve Türkiye bu süreçte özellikle Suriye Milli Ordusu ile olan yakın ilişkisi kapsamında öne çıkarken, bugün tüm dikkatler neden Türkiye’nin resmen terör örgütü olarak tanıdığı Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) lideri Ahmet Eş-Şara ya da daha bilinen ismiyle Colani üzerine odaklanmaktadır? Bağlantılı bir soru olarak, neden Suriye’yi yeniden inşa edecek aktör olarak HTŞ belirmiştir? Bu HTŞ’nin tek başına sahadaki faaliyetleri ile elde ettiği bir fiili durum mudur, yoksa arka planda bu süreci destekleyen başka aktörler var mıdır? Varsa, bunlar kimdir? Üçüncüsü, Netanyahu Esad’ın devrilmesi sonrası arka arkaya çektiği videolar ve Suriye topraklarına yaptığı ziyaret ile mutlak bir zaferden bahsetmekte, Suriye topraklarında askeri varlığını ilerletmekte ve (Hizbullah, Esad rejimi, Haşdi Şaabi, Hamas’tan oluşan) İran Ekseni’nin tamamen kırıldığını belirtmektedir. Colani ise, Batılı aktörleri ve İsrail’i bir düşman olarak görmediklerini belirtmektedir. Bu iki durum arasında bir ilişki var mıdır? Şimdilik sonuncu soru olarak, Suriye nasıl bir idari organizasyona (konfederasyon, federasyon, özerk bölge ve kanton uygulamaları vs.) sahip olacaktır ve Suriye’deki Kürtlerin bu organizasyondaki yeri ne olacaktır?
Soruların uzayacağı kesin. Siz değerli okurlar yukarıdaki sorular üzerinde düşünürken, bu köşenin “Suriye’ye Dair” başlıklı ikinci yazısını hızla hazırlamaya başlamak gerekecek.