İsrail ile Hamas arasındaki çatışmanın İran ve Lübnan’ı da içine alacak şekilde genişlemesi üzerine bölgesel bir savaş ihtimali daha yüksek bir sesle tartışılmaya başlandı.

Pek çok ülkede olduğu gibi dış politika olayları ülkemizde de iç politikada enstrümantalize edildiği için, bu çatışma da Türk siyasal yaşamındaki partiler arası mücadeleye pek çok malzeme sundu. Anımsarsınız, 7 Ekim saldırısının hemen ardından Türk siyasetinde İsrail’e mal satışının Türkiye tarafından engellenip engellenmeyeceği tartışması uzun süre yapılmış; hükümet ve muhalefet bu konuda ağız dalaşına girmişlerdi.

Son dönemde ise bu çatışma Türk siyasal yaşamında başka bir boyutu ile siyasi rekabetin konusu haline geldi: Kürecik Radar Üssü… Bu konuyu ilk dillendiren Fatih Erbakan oldu. Sayın Erbakan’ın Kürecik çıkışının ardından Yeniden Refah Partisi’nin pek çok yetkilisi Türkiye’nin Kürecik Radar Üssü’nü kapatması gerektiğini savundu. Daha sonra Sayın Kemal Kılıçdaroğlu da bir X mesajı atarak, Kürecik Radar Üssü’nün İsrail’e, İran’ın füze saldırıları ile ilgili bilgi verdiğini, Türkiye’nin Gazze’ye destek vermek niyeti samimi ise bu üssün hemen kapatılması gerektiğini savundu. Bu noktada bu üssün ne işe yaradığı konusunda bir yazı kaleme almak önemli hale geldi.

Meseleyi biraz tarihi perspektiften ele alalım. Bu üs, aslında 1960’larda SSCB’nin bizim aleyhimize yürüttüğü faaliyetlerini dinlemek için kurulmuş bir üstü. Ancak teknolojik imkanların gelişmesi üzerine bu üs gereksiz hale gelince kapatıldı. Ancak 1979’da İran’da yaşanan devrim özellikle Türkiye için yeni bir tehdit yarattı. İran devrimden sonra devrimi ihraç etme siyaseti izlemeye başladı ve Ortadoğu’da -özellikle Şii nüfusun yoğun olduğu- Irak, Yemen ve Lübnan gibi ülkelere nüfuz etme ve dini liderlik iddiası ile bu ülkeleri kontrolü altına alma politikasına başladı. Ancak sadece bu ülkeler değil, bölgede Batı ile ittifak halinde olan Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan ve BAE de İran’ın hedefindeydi. Bu ülkelerin, gelecekte rejimini ihraç edeceği ülkelerdeki mevcut yönetimleri desteklememesi için pasifize edilmesi gerekiyordu. Bölgede Batı ittifakını zayıflatmak ve rejim ihracını engelleyebilecek ülkelerdeki özellikle İslamcı grupları destekleyerek ülkeleri felç etmek İran’ın temel politikasıydı. En önemli hedef de bölgenin yegâne NATO üyesi olan Türkiye’ydi. Bu nedenle Türkiye 1990’lı yıllarda artık en önemli dış tehdit olarak İran’ı görmeye başladı.

2000’li yıllara gelindiğinde ise İran nükleer programı Türkiye’de, zaten zirvede olan tehdit algısını daha da endişe edici bir noktaya taşımıştır. İran’ın hem de nükleer silahlar konusundaki uluslararası rejimi ihlal ederek nükleer silah üretme politikası Türkiye’yi endişeye sevk etmiş ve Türkiye İran konusundaki savunma politikalarını çeşitlenmeye başlamıştır. İşte Kürecik Radar Üssü tam da bu noktada Türkiye’nin gündemine tekrar girmiştir. Daha önce kapatılmış bu tesisin yeniden aktive edilmesi ve hava savunma sistemine entegre edilmesi ilk kez Kasım 2010'da düzenlenen NATO Lizbon Zirvesi'nde gündeme gelmiş ve bu üs 2012 yılında ABD tarafından kuruluştur. Üs topladığı veriyi Romanya ve Polonya'da bulunan bir uzak füze savunma sistemine iletmektedir. Bu füze sisteminin en önemli özelliği nükleer, kimyasal ya da biyolojik başlık taşıyabilecek füzeleri yüksek irtifada yok edebiliyor olmasıdır. Özellikle bu yüksek irtifa meselesi çok önemlidir, çünkü bu füzeler en yüksek irtifada en düşük hıza gelmekte, ayrıca imha ne kadar yüksekte olursa altındaki ülkeye zarar verme düzeyi o kadar düşmektedir. Kısaca bu savunma sistemi ile Türkiye kitle imha silahları konusunda emniyeti bir ülke haline gelmiştir.

Peki bu bilgiler İsrail’le paylaşılmakta mıdır? İsrail NATO üyesi değil, ama ABD müttefiki olduğu için bu paylaşım mümkün. Ancak unutulmamalıdır ki bu bilgilerin paylaşılmasının yüksek teknoloji kullanılan savaşlarda pek bir anlamı yok. Keza şu anda da İran, bir füze ateşlediği zaman bunun bilgisini çevresindeki ülkelerle (sivil havacılık önlemleri alınması ve egemenlik ihlali endişesinin olmaması için) paylaşıyor ve bu ülkeler de bu bilgileri ABD ile paylaşıyor.

Netice itibari ile bu üssün kapatılması Türkiye için hiçbir somut çıkar yaratmıyor. İkinci olarak bunun Filistin Yönetimi için de dişe dokunur bir faydası yok. Ama sanırım bu fikri savunanlar da zaten meseleye bu açıdan değil, popülizm açısından yaklaşıyor.