Türkiye’nin dünyanın en önemli ekonomik entegrasyon kurumlarından BRICS’e üyelik başvurusu yaptığı iddiası gündemde önemli bir yer tutuyor.

BRICS’in açılımı Brezilya, Rusya Federasyonu, Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nin İngilizce’deki baş harfleridir. Ancak 2024 yılında Mısır, Etiyopya, İran ve Birleşik Arap Emirlikleri de örgüte katılmış, ancak örgütün adı değiştirilmemiştir. Suudi Arabistan ise örgüttten üye olması için resmi davet almıştır. Bir grup ülke de adaylık başvurusu yapmak için sıradadır. Her ne kadar Türkiye’de üst düzey bir yetkiliden bu örgüte üyelik başvurusu yapılıp yapılmadığına ilişkin net bir ifade duymamış olsak da Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin’in dış politika danışmanı Yuri Uşakov’un Türkiye’nin bir başvuru yaptığına ilişkin yaptığı açıklamanın yalanlanmaması da böyle bir başvurunun yapıldığına ilişkin kanıyı güçlendiriyor.

Böyle üst düzey bir uluslararası örgüte yapılan başvurunun kamuoyu ile paylaşılmaması hadisesi ile ilk kez karşılaşmıyoruz. 1959’da da Türkiye’nin AET’ya yaptığı ortaklık başvurusu da Demokrat Parti iktidarı tarafından başta gizli tutulmaya çalışılmıştı. Hatta dönemin başarılı Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, kendisine AET’ye bir başvuru yapılıp yapılmadığı sorulunca, bunu net bir şekilde yalanlamıştı. Ancak daha sonra bu başvurunun yapıldığı anlaşılınca Zorlu şu veciz sözüyle başvurunun yapıldığını kabul etmişti: “Yunanistan bir havuza atlarsa siz de atlayacaksınız, o havuz boş bile olsa...”. Burada Zorlu bir yandan Türkiye’nin batılı kurumlarda yer almasının önemini hatırlatıyor, bir yandan da, hariciyeci olarak geçirdiği uzun yıllarda edindiği çok önemli bir deneyime vurgu yapıyordu: “Yunanistan Türkiye’den önce bir uluslararası örgüte üye olursa, muhakkak ki Türkiye’nin üyeliğini engellemek için elinden geleni yapacaktır”. Zorlu’nun ne kadar haklı olduğunu 1981’de Yunanistan’ın -o günkü adıyla- Avrupa Topluluğu’na üye olduktan sonra, bugüne kadar Türkiye’nin üyeliğini engellemek için izlediği tutarlı siyasetten görebiliyoruz.

Peki 1959’da Demokrat Parti AET’ye ortaklık başvurusunu neden gizlemek istemişti ve bununla bugünkü BRICS üyelik başvurusu arasında bir benzerlik kurulabilir mi?

1959, Demokrat Parti’nin 10 yıl süren iktidarının son yılıydı. Nitekim 1960’da elim bir askeri darbe ile yönetimi kaybedeceklerdi. Ekonomi ise 1958 yılındaki ağır ekonomik kriz nedeniyle çok kötüydü hatta Türkiye artık dış borç anapara ve faiz ödemelerinde zorluk çekmeye başlamış ve dış borçlarda moratoryuma gitmek zorunda kalınmıştı. Bu ortamda sosyal huzursuzluklar baş göstermeye başlamış, partinin oyları da giderek erimişti. Zaten AET’ye yapılan ortaklık başvurusunun altında da, altı zengin Avrupa ülkesinden oluşan bu örgütten finansal destek (daha açık ifadeyle borç) bulup, krizin üstesiden gelebilmek arzusu yatmaktaydı. Ancak AET’nin bu başvuruyu reddetme ihtimali hem -başta CHP olmak üzere- rakip partilere hükümete yönelik sert muhalefetlerinde yeni bir argüman sunacak ve hükümeti dış politikada başarısız ilan edeceklerdi, hem de bu red krizden çıkma yolu arayan iş dünyasını da ümitsizliğe sevk edecekti. İşte bu nedenlerle başvuru olabildiğince kamuoyundan gizlenmeye çalışılmıştı.

Günümüzde BRICS başvurusunun (başta da söylediğim gibi, eğer gerçekten böyle bir resmi başvuru varsa) yüksek tonda dillendirilmemesinde de benzer iddialar (olası red durumunda muhalefete malzeme vermemek gibi) öne sürülebilir. Ancak şu aşamada bunu kanıtlamak mümkün değil. Şunu da ifade etmek gerekir ki BRICS üyeliğinin elbette Türkiye için ekonomik ve siyasal faydaları olacaktır. Ancak bunu Türkiye’nin batı ile ilişkilerine, daha açık ifadeyle NATO üyeliğine ve Avrupa Birliği’ne aday ülke olma statüsüne bir alternatif olarak görmek, ne küresel siyasetten ne de ekonomiden hiç anlamamaktır.