Geçtiğimiz hafta 75. Nato zirvesi Vaşington'da yapıldı ve bir sonuç bildirgesi yayımlandı.

Sonuç bildirgesi, kuruluş amacına uygun bir metin gibi gözükse de samimiyet sınavından yine kaldığını gösteriyordu Nato'nun.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyesi Çin'e, Rusya’nın savaş çabalarına her türlü maddi ve siyasi desteği durdurması çağrısında bulunan Nato, 40 bin çocuk ve kadını öldüren, soykırım suçunu işleyen İsrail'e ve silah tedarikçilerine bir kelime etmedi.

Terör ve terör örgütleri ile mücadelede matbu cümlelerini kullanan Nato, teröre ve terör örgütlerine çanak tutan, finansör olan üye devletlere yine bir kelime etmedi.

Velhasıl yine dağ fare doğurdu.

Bu zirvede İspanya başbakanı Pedro Sanchez ve Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan dışında ne Gazze ne de terör hakkında somut bir açıklama yapan ya da diplomatik girişimde bulunan bir lider de olmadı.

Nato zirvesinin bu samimiyetsiz tutumu ülkemizde Nato’yla mı, Nato’suz mu tartışmalarının yeniden açılmasına sebep olmuştur.

Amerikan emperyalizmine hizmet etmek, dünya siyasetine yön vermek, rejimleri değiştirmek, ulus-devletleri parçalamak için silah ve savaşla devletleri, milletleri tehdit eden bir örgüte dönüşen Nato’nun tartışılması kadar doğal hiçbir şey yoktur.

Türkiye’nin sözde müttefiklerinin samimiyetsizliği karşısında hak ve çıkarlarını korumak maksadıyla arayışlar yapması, bağımsız politikalar oluşturmak istemesi kadar da doğal hiçbir şey yoktur.

Hemen belirtmem gerekir ki Cumhurbaşkanımız uluslararası platforma, kendi kararımızı, kendi duruşumuzu milletimizin ve devletimizin hak ve çıkarlarına göre tayin ve tespit edileceğinin mesajını bu son toplantıda net bir şekilde vermiştir.

Doğrusu da budur.

Nato, varlık sebebimiz değildir.

Cumhurbaşkanımızın bu açıklamalarının bir ayrılık sinyali olup olmadığı elbette yaşanacak gelişmelere bağlıdır. Bu konuda milli varlık ve güvenliğimizi korumak, bekamızı sağlayabilmek için duygusallıktan uzak, diplomasinin kurallarına göre  politikalar belirleneceğinden şüphem yok.

Öte yandan Nato’nun Türkiye’ye sınır bekçisi gibi muamele yapmaya çalışması, milli güvenliğimize dair neredeyse her olayda Nato’nun parmağının olması ve alenen bölmeye çalışması millet nezdinde esasen gerçek karşılığını bulmaktadır.

Bununla birlikte, “Ayrılık” derken bugün yarın gerçekleşecek bir durumdan da  bahsetmiyorum. Ancak gelinen noktada artık küresel dengeleri kökten değiştirecek, bölgesel hesapları muhataplarının kursağında bırakacak Türkiye’nin, Türk dünyasının ve İslam ülkelerinin de iç içe olacağı yeni bir güvenlik teşkilatı kurabilme gücü olduğunu da göz ardı etmeyelim.

Güzel de olmaz mı...