Yazarlar, şairler, karikatüristler ressamlar, sinema ve tiyatro oyuncuları, şarkıcılar, türkücüler, antikacılar, bestekarlar, sahaflar; Ayvalık’ta, kent merkezindeki tarihi evlere, Cunda’ya ve Küçükköy’e yerleşen çok sanatçı var.

Her biriyle tanışmak doğal olarak mümkün değil. Ancak gezdikçe, kenti daha iyi tanımaya başladıkça onlarla dostane ilişkiler kuruyor, sohbetler ediyor; onlardan keyifli kent öyküleri dinliyorum. Doğup büyüdükleri kentlerden Ayvalık’a uzanan yaşamlarını, burada kurdukları yeni düzenlerini ve bu kente olan hayranlıklarını yürekten, içlerinden geldiği gibi anlatıyorlar. Kendisini sualtı ressamı olarak tanıtan Süleyman Sırrı Yeşilce de onlardan biri, onunla da tanışıklığımız bir tesadüf sonucu oldu.

Ayvalık’ın, ama özellikle de Küçükköy’ün Boşnak böreği pek ünlüdür, sezon boyunca tepsiler dolusu peynirli, patatesli, kıymalı, ıspanaklı, patlıcanlı ve pırasalı börek satılır Küçükköy’de, damaklarda kalan tadıyla bu ünü de hak etmiyor değil doğrusu. O kadar lezzetli bir o kadar da incecik yufkadan yapıldığı için tabaklar dolusu yemeye doyamıyor insan. Geçtiğimiz günlerde işten çıkıp Sarımsaklı’daki evime giderken, canım birden bire, öyle çok Boşnak böreği çekti ki anlatamam! Küçükköy’e uğrayıp acılı patatesli bir Boşnak böreği yiyip akşam öğününü atlatırım diye düşündüm. Sarımsaklı’ya gelmeden önce deniz kenarında dolmuştan indim. Oradan yaklaşık bir kilometre kadar köye doğru yürüdüm. Yıllar önce kaldırımlar boyunca dikilmiş çınar ağaçlarının minik de olsa gölgelerinden, kesme taşlı sokaklardan sekerek, tarihi yapılara hayranlıkla bakarak ilerledim, patisini sevdiğim can dostlar sokak köpekleriyle oynadım, onları sevdim, sevgime karşılık köy meydanına kadar eşlik edenler oldu aralarında.

Küçükköy Meydanı’nda eski ve yeni açılmış o kadar çok börekçi var ki, hepsinin de börekleri birbirinden lezzetli. Köyün girişine geldiğimde hangi börekçide yemeliyim diye düşünürken duvara çakılmış bir levha gözüme ilişti. ‘Sualtı Ressamı’nı işaret ediyordu ve birkaç sokakta da çakılı olan levhalar ressama gidişi yönlendiriyordu. Merak bu ya! Börek yemekten bir anda vazgeçtim. Biraz daha yürüdükten sonra bir yön levhası daha, iki, üç, beş derken levhalar beni sokak boyunca tek katlı sıralanmış evlerin arasında, rengarenk kepenkleriyle süslenmiş, kapısında Türk bayrağı asılı, şirin mi şirin, küçük bir atölyeye ulaştırdı. Levhanın üzerinde Sulaltı Ressamı Süleyman Sırrı Yeşilce yazıyordu.

 “Merhaba”yla atölyeye adım attığımda sanatçı girdiğimi fark etmedi bile. Bir resmin başına oturmuş, eserinin son rötuşlarını yapıyor, kim bilir aklından neler geçiyordu o anda. Benim selamımla irkildi. Çalışmasını yarıda kestiğim için özür dileyerek kendimi tanıttım. Önce yaptığı çalışmaları keyifle izledim dakikalarca. Atölyenin tavanında, duvarlarda balıklar, dikenliler, kırmızı mercanlar, köpek balıkları, yunuslar, sanki dışarı fırlamışlar gibi canlı mı canlı bakıyorlar. Her bir resim diğerinden farklı bir deniz dünyasını anlatıyor. Özellikle kırmızı mercanlardan ve dikenlilerden oluşan tablosu o kadar doğal o kadar muhteşem ki başında durup dakikalarca izledim tabloyu.

30 yıl önce İstanbul’dan gelip Küçükköy’ü memleket edindiğini anlatan Sualtı Ressamı Süleyman Sırrı Yeşilce, son yarım yüz yılda; denizlerin, derelerin, nehirlerin, su kaynaklarının, çevre kirliliğiyle yüz yüze olduğunu, bu güzelliklerin yok olmaması için deniz yaşamını resimlerine yansıttığını anlatıyor.

Sualtını tercih etmesinin nedenini, her geçen gün kaybolan dünyamızda suyun altında da bir yaşam olduğunu anlatmak olarak tanımlayan Süleyman Sırrı Yeşilce, karada olduğu kadar, denizin altında da bambaşka bir dünya, apayrı bir alemin varlığından söz etti sohbetimizde. Orada da doğal güzelliklerin saklı olduğunu,  bu güzellikleri korumanın, gelecek nesillere emanet etmenin hemen herkesin olduğu kadar kendisinin de boynunun borcu olduğunu vurgulayan ressam Yeşilce duygularını şöyle dile getirdi:

“Zaten, gelişigüzel avlanmaların ve dip tarayan balıkçı teknelerinin verdiği zararın önüne geçmek gerekiyor ki bu güzellikler yok olmasın, nesilleri tükenmesin. Bunun kavgasını veriyorum resimlerimde. Tekneleri olan arkadaşlarımla amatör dalışlar yapıyorum, denizaltındaki dünyayı daha iyi tanımak için, fırsat buldukça bunu tekrar ediyorum. Gördüklerim, karşılaştıklarım ve yaşadıklarım şu anda resimlerimde yaşıyor. Çok etkileniyorum, sualtındaki yaşamın yok olmasını görmek istemiyorum. O nedenle, çevreme olduğu kadar suyun altındaki yaşama da elimden geldiğince sahip çıkmaya çalışıyorum.”

Ressam Süleyman Sırrı Yeşilce’nin yanından ayrılırken, düşündüm de, çevresine, çevresinde yaşanan sıkıntıların önüne geçmek için mücadele veren, sokaklara, meydanlara çıkan ve haykıran binler, on binler var. Ama yine de gün geçmiyor ki bir çevre felaketi yaşanmasın, yüzlerce insan yaşamını yitirmesin. Ressam Süleyman Sırrı Yeşilce de fırçasını tuval üzerinde gezdirirken bu düşüncelerle tamamlamaya çalışıyor resimlerini, bir faydası olur mu derseniz, duvara asılan sualtı resimleri hiç olmazsa o güzellikleri hatırlatır insanlara, böyle güzelliklerin değerini bilin dercesine.