Şahadet, yüzyıllardır toplumların ortak değerleri arasında yer alan, en yüce fedakarlıkların nihai noktasıdır.

Ancak bu kavram, günümüzde sıklıkla basitleştirilerek sadece fiziksel bir ölüm olarak algılanmakta. Oysa şahadet, çok daha derin anlamlara sahip, ruhun sonsuzluğa ulaştığı bir yolculuktur.
Vatan savunmasında canını veren her birey, şüphesiz ki bir kahraman. Ancak şahadet, sadece savaş meydanlarında değil, her türlü zorluk karşısında haklı davanın uğruna mücadele ederken de gerçekleşebilir. Bir bilim insanının yeni bir hastalığa çare bulmak için hayatını riske atması, bir öğretmenin öğrencilerine en iyi eğitimi vermek için gece gündüz çalışması da şahadetin farklı boyutlarıdır.
Şehitler, sadece geride kalanlara değil, tüm insanlığa ilham verirler. Onların fedakarlıkları, gelecek nesillere daha adil, daha özgür bir dünya bırakmak için birer kıvılcım görevi görür. Bu nedenle, şehitlerimizi anmak, sadece yas tutmak değil, aynı zamanda onların ideallerini yaşamak ve geleceğe taşımaktır.
Şahadet, bir bireyin kendi benliğini aşarak evrensel değerlere ulaştığı bir süreçtir. Bu nedenle, şahadete ermek isteyen herkesin, öncelikle vicdanını dinlemesi, doğruyu yanlışı ayırt etmesi ve haklı davaların yanında yer alması gerekmektedir.
Şahadet sadece bir ölüm değil, aynı zamanda bir yaşam biçimidir. Şehitler, ölümsüzlüğe ulaşanlardır. Onların anısı, kalplerimizde sonsuza dek yaşayacaktır.