Evet. Yanlış duymadınız! Herkes ultra lüks yaşıyor. Boğazın en güzel yalılarında veya havuzlu, geniş bahçeli, en az iki üç çalışanın olduğu villalarda yaşıyor herkes.

Ünlü mimarlar tarafından özenle döşenmiş, boğaz manzaralı dairelerde veya o şehrin en köklü, en zengin ailesi oldukları için babadan oğula nesillerdir yaşanan çiftliklerde, konaklarda. Son model arabalara biniyor herkes, hatta birçoğunun özel şoförü var. Biraz maceraperest, özgür ruhluysa, o zaman ekstradan motosikleti de var. Tabii ki en havalısından. Kiminin özel jeti var. Jeti olmayan da business class uçuyor. En şık ve pahalı restoranlarda yemek yiyor, iş toplantıları yapıyor. Gittikleri her yerde tanınıyor, hürmet görüyor herkes. Kılık kıyafet deseniz o biçim. Mücevherler, saatler de cabası. Nerede mi bu “herkes”? Tabi ki haftanın her günü, gece gündüz izlediğimiz dizilerde…

Türk dizi sektörü aldı başını gitti. Dizilerimiz artık birçok ülkeye satılıyor. Bu ekonomik ve sektörel anlamda çok güzel bir gelişme tabii.  Düşünsenize dünyanın bir ucunda oturmuş çekirdek çitleyip Türk dizilerini izliyor milyonlarca yabancı. İzlerken de “vay be Türkler de yaşıyor bu hayatı ha” diyorlardır Allah bilir. Çünkü izledikleri Türkiye öyle. Ülkede her şey güllük gülistanlık maşallah. Hiç otobüse, metroya binen yok, hiç işe geç kalmamak için sabahın kör vakti evden çıkan, faturaları nasıl ödeyeceğim derdinde olan yok. Hiç maaşına zam bekleyen, kirayı zor denkleştiren, en ucuzunu alabileyim diye pazara giden, ikinci el kıyafet bakan, halk ekmek kuyruğuna giren, kredi kartları patlamış, ha geldi ha gelecek diye icra bekleyen yok. Ali’den alıp Veli’ye vererek ay geçiren, bu ay çok masrafımız oldu önümüzdeki ay alırız diye ihtiyaçlarını erteleyen, ev almak isteyip alamayan, çocuk okutmak için ek iş yapan ya da okutamadığı için çocuğunun eğitim hayatını sonlandırmak zorunda kalan yok. Açlık sınırı 19.830 TL iken 17.000 TL maaş alan 15 milyon asgari ücretli yok. 12.500 TL olan en düşük emekli maaşını alan 4 milyon kişi zaten yok! Yoklar… Yok sayılıyorlar… Uyduruk diziler de bile yok sayılıyorlar…

Bu uyduruk ve çoğu daha sezon yarısını bile göremeden yayından kalkan dizilerde zenginlik, görkemli yaşamlar, evler, arabalar gerçeklikten uzak ve abartılı bir şekilde gözümüze sokuluyor. İzleyiciye paran varsa gücün var, zenginsen itibarlısın, sosyal statüyü sadece paranın gücü belirler fikri empoze ediliyor. Yani izleyene materyalizm pompalanıyor. İdealler, ahlak, gelenek görenek bir yana, zenginlik bir yana gidiyor. Çalışmadan, kolayca, bazen yasadışı yollarla kazanılan paralar, zengin ve yakışıklı holding sahibi gençle evlenip sınıf atlayan genç kızlar izleyicinin gözünü boyuyor. Sonra ne oluyor? Dünyadan bihaber bazı aklıevveller dizilerden özenip yanlış yollara sapabiliyor! Suç işliyor veya yanlış ilişkiler kurabiliyor. Gelişme çağındaki çocuklarda durum daha da zor. Ailesine “biz neden böyle bir evde yaşamıyoruz?” “bizim neden böyle arabamız yok?” diyen binlerce belki de milyonlarca çocuk olduğuna eminim. Eşine “bak insanlar nasıl hayatlar yaşıyor, biz ne haldeyiz?” diye baskı yapan kadınlar olduğundan da şüphem yok.

Gel gelelim canım ülkemin servetinin yüzde 69,8’ine en zengin yüzde 10’luk kesim sahip. Yüzde 90’lık kesim geriye kalan yüzde 30’luk serveti bölüşüyor. Bu da demek oluyor ki neredeyse 100 milyonluk nüfusumuzun 90 milyonu bu şekilde yaşamıyor. Bayıla bayıla izlediğimiz dizilerdeki hayatı dizinin başrol oyuncuları ve bir avuç insan yaşıyor. Yani bunlar dizi, film. Yani hayal ürünü. Belli ki böyle gelmiş böyle gidecek dizi sektörü. Göz alıcı ama halkın ulaşamayacağı hayatlar sokulacak yine gözümüze. E n’apsak? Çok eski yıllarda, ilk kez bir film izlediğinde, filmde ölen aktörü başka bir filmde görünce şoke olan büyük anneannelerimiz gibi inanmasak mı artık her izlediğimize?