Orman yangın sezonu bu yıl erken başladı.  Belki de en çok yangınla boğuştuğumuz bir süreçle tanıştık.

Hatırlayacaksınız Haziran ayı başlarıydı, anormal sıcakların kıskacına girdik.

Mesela, bu yaşıma dek böylesi iklim koşullarıyla ilk kez karşılaştım.

Yakıcı ve bugüne dek yaklaşık 80 gün devam eden sıcaklar.

Yürürken yolda, bir taraftan güneşin kavurması diğer taraftan zeminden gelen buhar.

“Klimayı icat edenin heykeli dikilmeli” sözü bu nedenle ön plana çıkıyor.

Tabiat ananın bu hazırlıkları, ağaçları, otları hatta betonu bile yanıcı hale getirdi.

Diğer tarafta ise aralıksız devam eden sıcak rüzgarlar hatta fırtınalar.

En büyük iki tehlike birleşmişti; fırtına ve sıcak.

Yangınların en sevdiği ortamlar.

Ağaçların her biri çıra, kozalaklar mermi olmuş.

Durdurması ve önünü kesmek çok zor.

                                        **************************

Türkiye, 2021'de Avrupa'da yangınların yaşandığı 39 ülke arasında en çok orman alanı (206.013 hektar) yanan ülke olmuştu. Canlar kaybedilmişti.

2024 yılındayız ve üzülerek söylemek gerekirse değişen fazla bir şey yok gibi...

Tamam, iklim krizleri dengeleri bozdu.

Ancak bazı soruları da sorma zamanı;

Fırtınanın önüne kattığı alevler ormanlarımızı kavururken, olağan üstü mücadelemiz neden yetersiz kaldı?

Eksiklerimiz nelerdi?

Yeterli helikopterimiz ve uçağımız var mı?

Özellikle İzmir ve çevresindeki yangınların insan kaynaklı iddialarından yola çıkacak olursak yeni tedbirler ve çok daha ağır cezalar gündeme getirilecek mi?

Sorumsuzluk ve ihmalkarlık diz boyu.

Yıllardır aynı hikaye ancak akıllanmıyoruz. Veya korkmuyoruz.

Korkmuyorlarsa, korkutacaksın...

Başka çaresi yok bu gidişin.

Bir Ukrayna atasözü derki, “Büyük bir yangın için bir kıvılcım yeter”

Bizde kıvılcım da var kömür ateşi de hatta mangal da...

İnsanların dikkatsizliği yanında kasıtlı olarak çıkarılan yangınlar da var.

Yani, her taraftan kuşatılmışız. Cehalet de var düşmanlık da.

Geleceğimizin kül olmasını istemiyorsak şayet;

“Yeter artık” diyerek yumruğumuzu masaya vurma zamanıdır, daha geç kalmadan.

                                      *************************

Batıya açılan penceremiz, biricik İzmir’imiz aralıksız 4 gün boyunca yandı.

Canlarımızı, ormanlarımızı yitirdik. Cennet köşelerimiz küle döndü.

Her gün acıyla, gözyaşlarıyla haberleri izledik.

Alevlerin arasında umutlarımızı yitirdik...

O kapkara dumanlar geleceğimizi kararttı.

“Bu çile ne zaman bitecek, nereye kadar” diyerek isyan ettik...

Artık net anlaşılmıştır ki, olayın iki çözümü var.

Yangın öncesi her türlü tedbiri alacaksın ve şayet yangın başladıysa tüm gücünle mücadele edeceksin.

Üst seviyeye ulaşmış hava ve kara gücünle.

Bir yerlerde okumuştum; çok doğru bir söz;

“Ellerimizle yaktığımız ormanlarımızı gözyaşlarımızla söndüremeyiz.”