Biz zannediyoruz ki hep başkaları hep tanımadıklarımız ölecek... Başkalarının anneleri ağlayacak… Başkaları adalet koridorlarında adalet arayacak…
Hep kan karşı evde akacak… Hep başkalarının kardeşleri göçük altında kalacak… Başkalarının evlatları yangında yanacak…
Başkasının acısını hissetmediğimizde insan olamayız. Bu acıları dindirmek için çabalamadığımızda ise bir atıktan farkımız kalmaz. Atık olmamak için yaşamak gerek, üreterek, düşünerek ve çözüm olabilecek güçte olmayı hedefleyerek yaşamak.
Küçümsemek… Evet bunu sıklıkla yapıyoruz. Çözüm olmadığını bile bile öfkemizi dışa vurmanın en zararsız halidir belki, kim bilir?
Gelecek nesilleri iyi yetiştirme sorumluluğumuzdan başlayıp, üniversite eğitimlerini daha da sıkılaştırmak gerekir. Rahmetli manevi babam Şenay Saydaş çelik kontrüksiyon dersleri verirdi. Öyle ki notu kıt diye ondan nefret eden; ama mesleklerinde çok başarılı bir nesli yetiştirdi. Üç boyutlu düşünme becerileri için çocuklukta oyuncak sahibi olmanın önemini anlatmış bir dersinde. Yıllar sonra bir öğrencisi onu eleştiren bir köşe yazısı yazmıştı. ‘’Bizi oyuncağımız yok diye küçümsemişti’’ diye… Küçümsemek aslında bir şeylerin hakkıyla yapılması istendiğinde hissedilen bir duygu ama Şenay Saydaş bunu yapmazdı. Oyuncağı olmamış diye üzülmüş demek ki o koca çocuk, küçümsendiğini hissetmiş. Üniversite hayatında daha ciddi bir öğrenme gerekir. Göçük altında canlarımız gitmesin diye. 2005 Universiade’da tenis branş başkanıydı Şenay Saydaş. Bu arada Ege Üniversitesi’nde çelik kontrüksiyon dersleri vermeye devam ediyordu. Öğrencilerine duyduğu sevgiyi çok net biliyorum, ders saatinin dışında da onlara ders vermeye devam ediyordu günde dört saat, beş saat fazladan ders verdiği olurdu. Öğrenmelerini önemserdi. İşte bize bu ruhta insanlar gerekiyor.
Geçen hafta 14 yaşında bir genç kızla deniz kenarında sohbet ettik. Eskiden kendimce yaşça büyüklerin düşüncelerini merak ederdim, şimdi yaşça küçüklerin düşüncelerini merak ediyorum. Kız çocuğu diyor ki bana ‘’Ben her gün soru çözmek zorundayım, hep ders çalışmak zorundayım, dayım Amerika’da lisede onun yanına gitmeyi planlıyorum, bıktım buradaki sınav sisteminden.’’ O kadar üzüldüm ki… Vize alamayabilir, dünya insanı yalanı da patladı, Trump herkesi sınır dışı ediyor, Türkiye’ye vizeleri durduruyor, kendimi ‘’Tatlım biz bu ülkeye mecburuz!’’ dememek için zor tuttum. Camdaki teyze modunda konuşmayayım dedim ama hissettiğim kendi ülkemde hapis olduğumdu.
Atilla İlhan’ın şiiri geldi aklıma. Bu arada o vefat etmeden önce son röportajı onunla ben yapmıştım. Askerde de kepi yan takarmış büyük usta. Hislerim onun “Ben sana mecburum” şiirindeki dörtlük gibi; Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur/ İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur/ Tutsak ustura ağzında yaşamaktan/Kimi zaman ellerini kırar tutkusu/ Birkaç hayat çıkarır yaşamasından/Hangi kapıyı çalsa kimi zaman/ Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Bazen Trump hakkında yazarken bile düşünüyorum, acaba Trump da gelir bana da karışır mı? Buna da şaşırmam…