Dünyanın ilk kadınları tarihçilerin araştırma konusu olmak zorunda kaldı. Yıllar önce okuduğum Özlem Kumrular’ın ‘’Ortaçağ ve Yeniçağ’ın Çıgın Kadınları Makalesi’’ çok güzeldi.

Orada, üniversite mezunu ilk kadın, ilk kütüphaneyi kuran kadın, ilk çıplak protestoyu yapan kadın, ilk kadın seri katil, Barbaros Hayrettin Paşa’dan kaçan kadın, Kanuni’ye mektup yazan kadın vardı. Kadınlar yapınca çılgınlık erkekler yapınca ne olur dersiniz? Hiçbir şey, sadece bir ilk olur.

İlk okuyan kişi bir rahibe

Alberto Manguel’in ‘’Okuma’nın Tarihi’’ kitabında ilk okumayı yapan kadının bir rahibe olduğu yazar. İlk okuma yazma yapan insanın bir rahibe yani bir kadın oluşu çok çarpıcıdır. Ancak kadının dramı bizde bitmez. Erkeği de doğuranın kadın olduğunu Anne olduğunu da ortaya koyduğumuzda, kadının ızdırabını, erkek egemen toplumda çektiği acıları dayandıracak bir mantık bulamıyoruz. Bu kadar güçlüyken nasıl güçsüzleştirildiğini akıl mantık almıyor.

Erkeği de doğuran kadınken…

Kadının gücü de güçsüzlüğü de hep konu. İnsan hakları temelinde kadınların siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesine, ekonomik, siyasi ve sosyal başarılarının kutlanmasına ayrılan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun mutlu olsun. Ancak ülkemizdeki kadın cinayetleri bu günü kutlarken hep içimizde bir acı yaratıyor. Bu kadar muhteşem bir varlığa, her şeyi başaran bir varlığa biçilen rol ve son insanı sarsıyor. Dünya Erkekler Günü’ne neden ihtiyaç duyulmuyor diye haykırmak istiyor insan. Benim için 8 Mart ‘’Erkeği de doğuran kadınken, bu biçilen rol haksızlığına isyan günü.’’

Başlar daha dik durmalı

Dünya Kadınlar Günü’nün 8 Mart’ın renkleri mor, yeşil ve beyaz. Mor, adalet ve saygınlığı ifade ediyor. Yeşil, umudu temsil ediyor. Beyaz ise saflığı temsil ediyor. Bu renkler 1908 yılında İngiltere’deki Kadınların Sosyal ve Politik Birliği (WSPU) tarafından belirlendi. Bugün hepimiz bu renklerle süslenelim ve kadın çaresizliğine karşı birlik ruhuyla başlarımızı daha da dik tutalım.