Şiddet denince aklımıza ilk fiziksel şiddet gelir; oysaki şiddetin o kadar çok alt kolu var ki… Özellikle modernleşen dünyamızda şiddet kavramı da evrimleşmiş ve artık daha kabul edilebilir gördüğü duygusal-psikolojik şiddete dönüşmüş durumda.

Duygusal şiddet; bir kişi ya da grubun belirli bir kişiye karşı yaptığı ve kişiyi duygusal açıdan zayıflatmak, psikolojisini alt etmek için uyguladığı tüm davranış kalıplarını içeriyor. Alay etme, dışlama, aşağılama, görmezden gelme, yetersiz hissettirme, güvenini sarsma, önemsiz hissettirme gibi davranışlar en yaygın şiddet örnekleri.

Gelelim şimdi okullardaki öğretmen tavırlarına. Bunların hepsini, ‘’Çocuklara çocuğu adam etme’’ adı altında uyguluyorlar. Çocuk ailesiyle güvenli ve saygılı bir ortamdaysa bunun anormal olduğu bilinciyle şikayetlerine başlıyor. Ama evde de sürekli hakarete, tehdite maruz kalan bir çocuk için şiddetin boyu ailesi, artı öğretmeni ile ikiye katlanıyor. İşte bu çocuklara çok acıyorum. 

Sınıfta uğradığı şiddet o kadar normalleştiriliyor ki, bir süre sonra çocuk çok daha kötü oluyor. Belki de sadece psikiyatristin onarabileceği yaralarla kalakalıyor. Kıpkırmızı bir suratla, ağzından tükürükler saçarak, işaret parmağını minicik çocuğunuzun üzerinde sallayan bir öğretmen hayal edin. O minicik tatlı, yaramaz yavrunuz eğitiliyor mu gerçekten? Ya da aldığı nota olan memnuniyetsizlik herkesin ortasında, çocuğunuzun yüzüne vurulduğunda, ders çalışma azmiyle mi doluyor yoksa iyice dersten mi kopuyor? Doğru davranışın ne olduğunu bilmeden öğretmene sınırsız yetkiler veren cahil bir yeni nesil aile güruhuyla çocuklarımız ne yapacak? Çocuklarımıza bağırmasak, sevgiyle ve çok büyük bir zaman dilimini çocuklarımıza ayırırsak, bağırılması gerekmeyen çocuklara sahip olabiliriz. Tahammülsüzlüklerin çocuklara fatura edilmediği aileler ve öğretmenlerle çok daha mutlu gelecekler kurulmaz mı?

Karşılaştığım, duyduğum pek çok olaydan sonra kızım Rüya’nın eğitim hayatında karşısına çıkan bazı öğretmenlere çok minnettarım. İlk öğretmeni Didem Karaman Şimşek bu öğretmenler içinde, yaşının benden çok genç olmasına rağmen, bana da öğrettikleriyle (Mesafeli oluşun insanı koruduğu, çocuğu tamamen kendi özellikleriyle kabul etmenin önemi) kalbimde çok özel bir yere sahip. Öğretmenlik çocuğunuzu size tanıtan bir önsöz aslında. Önsöz yazabilen öğretmene çok az rastlanır. Önsözü okumak isteyen ebeveyne de artık az rastlandığını söyleyebiliriz.

Kendi ilköğretmenimi de anmak istiyorum. Alime Okdemir. Onun sesinin yükseldiğine beş yıl boyunca bir kere tanık olmadık. Hayal kırklığına boğulmuş ses tonu dışında sınıfın ortasında onu basit bir bağırışla hayal bile edemiyorum. Asaleti bize hep örnek olmuştur. İlkokul andacında benimle ilgili yazdıkları hala geçerli kişilik özelliklerim. Böyle bir önsöz nasıl yazılabilir? Zerafet ve asalet bana göre bir öğretmenin olmazsa olmazıdır. Korkutarak, tehdit ederek, bağırarak çocukla ilişki değil egemenlik kurulur. Bizim sınıfta yaramaz yok muydu? Gerçekten günümüz çocukları bizlerden çok daha az yaramaz. Sınıfımızda birbirini ısırarak kanatan kuzenler vardı. Erkek çocuklarının dövüşleri önlüklerini yırtar, kaşlarını yarardı. Beşinci sınıfa geldiğimizde, mezun olacağımız yıl, her yaramaz çocuk bir beyefendiye dönüşmüştü. Çünkü hep önlerinde tavrıyla örnek olan, aile ile yetkin iletişim kuran bir öğretmenimiz vardı. Benim gazeteci, edebiyatçı olabileceğimi daha ilkokul yıllarımda öngören bir öğretmenim vardı.

Buradan okul yöneticilerine, Milli Eğitim Bakanlığı altındaki tüm yetkililere sesleniyorum. Lütfen asalet sahibi öğretmenler yaratın. Basbas bağıran, çığıran öğretmenler geleceğimizi sağlıklı toplum olmaktan uzaklaştırıyor. Bağırma seslerinin olmadığı huzurlu evler ve okullar diliyorum.