Birbirinden muhteşem resim paylaşımlarıyla karşılaştığım ve beğenmekten öte tarzına büyük bir ilgi duyduğum Ressam Tayfun Önel ile sosyal medyada arkadaş olduk ve sohbet etmeye başladık;

İlerleyen sohbetlerimizden sonra birbirimize telefon numaralarımızı verdik. Ayvalık’ta yaşadığını ve Cunda (Alibey) Adası’nda oturduğunu öğrendiğimde bir araya gelmek karşılıklı sohbet etmek için birkaç kez sözleştik, buluşamadık, nihayet bir akşamüstü anlaştık, bahçeli, müstakil mütevazı evinde bir araya geldik. Değerli eşi Gülriz Hanım’ın el emekleriyle yaptığı lezzetli ikramlarıyla keyifli ve güzel bir sohbetin ardından, ahşap merdivenlerden çatı katındaki atölyesine çıktık. Gözüm ilk anda Cunda’yı kuşbakışı gören küçük bir balkona açılan pencereye gitti. Karşıda tepelerde yemyeşil çam ormanları, uzanıp gidin iç körfez, gelip giden tekneler, Midilli’den dönüş yapan feribot, onlarca yelkenli süzülüyor. Böylesi görsel güzellik, Tabiat Ana’nın bize sunduğu doğal tablo karşısında  bir sanatçı tabii ki etkilenir diye geçirdim aklımdan.

     Maviden sarhoş olmuş

     Yaptığı resimlere göz ucuyla baktım. Mavi, mavi, masmavi, mavi sarhoşu bir sanatçı, her gün her gün maviye fırça sallayınca sarhoş olmuş, sevmiş, vurulmuş maviye. Ama işin ucunda Bodrum, Cunda olunca mavi de öyle yakışıyor ki resimlere. Bodrum’da yaşadığı yıllarda da yaptığı resimlerinde genel olarak hep mavi kullanmış Tayfun Önel. Bodrum’un mavisi, Cunda’ya yerleşince, turkuaza dönmüş. Turkuaz ile mavi yakın kardeş değil mi zaten? Bir de içinde, yelkenler, kanolar, yel değirmenleri, şirin beyaz Bodrum evleri, Cunda’nın Rum mimarisi birleşip onlarca resme dönüşünce sanatçının dediği gibi renk cümbüşü yaşanıyor. Atölyesini süsleyen resimlerin arasında, ressam Tayfun Önel’e ardı ardına sorular yönelttim. “Nereden çıktı bu resim sevdası?”

     Gelincik sigarasının kutusuna resim yapardım

     Ressam Tayfun Önel de sanki bu soruya hazırlıklı bekliyormuş gibi anlatmaya başladı; “Sanırım içimde bir resim sevdasıyla doğmuşum. Hayatımın her döneminde renkler ve resimler bana heyecan verdi. Hatta aklımda küçüklüğümden hatırladığım hoş kareler var. Altı veya yedi yaşlarında, o zamanlar çok popüler olan İzmir Fuarı’na, her tiyatro oyununa ve konserlere ailece giderdik. O zaman sigara her yerde içiliyor, yasak falan yok! Zaten olsa da kim dinlerdi ki? Duman altında yaşıyorduk, otobüs, tren, uçak, taksi her yerde, her ortamda, kapalı mekanlar dahil sigara içiliyordu. Hatta hatırlarım misafirlere gümüş tepsilerin içinde sigara ikram edilirdi; ne günlerdi. Yine bir konsere ailece gitmiştik, rahmetli dedem sanırım benim resim ilgimi keşfetmiş olmalı. Gelincik sigarası içiyordu o yıllarda. Hatırlayanlar vardır, dört köşe beyaz karton üzerinde kırmızı gelincik resmi. Gelincik sigarasının boş kutusuyla birlikte bana bir kalem verirdi. Paketin arkasına sahnedeki saz sanatçılarının resimlerini çizerdim. Dedem beni başarılı bulur, teşvik ederdi, iyi ki de teşvik etmiş, huzur içinde uyusun.”

     Öğretmenler el koyardı

     Okul döneminde resim derslerinde yine öğretmenleri tarafından keşfedildiğini, onlardan çok büyük destek aldığını ve yönlendirildiğini, kendisini geliştirmeye başladığını anlatan Tayfun Önel, “Yılsonlarında herkes resimlerini yapar ve okul duvarında sergilerdi. Birbirimizle yarışırdık, diğer öğrencilerin önüne geçmek için çok titiz çalışırdım. Resim öğretmenimizin seçtiği resimler sergilenirdi, sergi sonunda herkes resmini alırken benim resimlerime öğretmenlerim el koyardı. Bu durum beni öylesine mutlu ve motive ederdi ki anlatamam. Cesaretim de o yıllarda başlamıştı.”

     

     Empresyonist resimlere ve maviye ilgi

     Okul yılları geride kalırken etrafına daha bir gözlemci olarak başladığını, bakmak ile görmenin farkını hissettiğinde ise büyük bir heyecan duyduğunu dile getiren sanatçı o günleri, fırçayı iyi kullandığını söylüyor.

     “O dönemlerde empresyonist ressamlar ilgimi çekmeye başladı. Bu izlenimci yanım benim empresyonizme ilgi duymamı sağladı. Diğer bir adı da izlenimcilik olan bu akım doğayı, ışığı, mükemmelliği fark etmeme çok yardımcı oldu. O dönemlerin sanatçılarının eserlerini inceledim. Claude Monet,  Edgar Degas, Paul Cezanne ve Henri Matisse, gibi ustalara hayran oldum. Hayran olmamak elde mi? Yaşamlarını okumaya başladığımda, öyle şaşırdım ki anlatamam. Hepsi de zor koşullarda, fedakar, azimle ve çok büyük sıkıntılar altında emek vererek çalışmışlar. Bugün dünyanın hayranlıkla izlediği muhteşem eserleri yoktan var etmişler. Bu sanatçılar daha sonra öncülüğünü Henri Matisse’nin yaptığı, Fransa’da gelişen Fovizm  akımını  yaratmışlar. Ve ben de o dönemlerde Fovizme ilgi duymaya başladım. Fovizmin  en önemli özelliği  renklerin kirletilmeden, tüpten çıktığı gibi  ham renklerinin bozulmadan kullanılmasıdır. Bu bana çok hoş ve cazip geldi. Doğallık, coşku, saflık ve samimiyet hissettirdi. Resimlerim bu yönde gelişmeye başladı. Hiç unutmam, İstanbul’da bir ressam, resimlerimi gördükten sonra bana “sen renkleri çok vahşice kullanıyorsun!” demişti. Bir de büyük usta Hikmet Onat’ın resimlerine hayran oluyordum. Artık yolum belliydi. Nedense portreler, natürmortlar, durağan objeler ilgimi çekmiyordu. Gözüm doğadaydı. O arada rengim de belli olmuştu; mavi ve tonları.”

     Değerli öğretmenlerden ders dönemi

     Öğretmenlerini daima saygıyla andığını belirten Önel, büyük usta Şeref Bigalı’nın kendisine resim temellerini aktardığını, kütüphanesinde yazmış olduğu  ‘Resim Sanatı’ kitabının başucu bir yapıt olduğunu söylüyor.

     “Bir gün atölyede çalışırken, Şeref Bigalı, yaptığım çalışmayı görüp inceledi, dikkatlice baktı ve birkaç dakika sonra resmimin arkasına el yazısıyla çizgilerimin Bernard Buffet’e benzediğini yazdı. Ne büyük gurur, ne büyük onur, o günü dün gibi hatırlıyorum. O resmi hala evimin en görünen yerinde özenle tutuyorum. Yine büyük bir eğitimci ve usta sanatçı olan Mustafa Akgün ile dostluk kurdum ve çok güzel çalışmalar yaptım. Mustafa Hoca ayrıca çok iyi bir satranç oyuncusuydu. Resmin dışında bana satranç oyununun inceliklerini de öğretti. Diğer bir dost ve ressam, sanat adamı, güzel insan Yugoslav göçmeni  Ramo  (Ramadan Tuzcuoğlu) ile de yolum kesişti. Kendine has yağlı pastel ile yaptığı atlar, kadınlar ve nü tabloları meşhurdu. Ne yazık ki çok erken kaybettik. Bodrum’un ara sokaklarında, kalenin karşısında eskizler çizdik. Evinde resimler yaptık birlikte. Onunla da çok güzel satranç oyunları oynadık.”

     On yıl sürecek olan Bodrum günleri başlıyor

     Yavaş yavaş yıllar geçip de iş hayatının rüzgarı yavaşladıkça resme ayırdığı zamanın ve ilginin çoğalmaya başladığına değinen sanatçı, 2012 yılında iş yaşamından tamamen koptuğunu ve Bodrum günlerinin başladığını anlatıyor.

     “Ailece sevdiğimiz, mutlu olduğumuz kent Bodrum, rüzgar gibi geçen Bodrum yıllarını unutamıyorum. Bodrum ART Kültür ve Sanat Derneği’ne üye oldum. Birçok ressam, sanatçı ve çok değerli insanlarla tanışma fırsatı buldum. O yıllarda sanatçılarla iyi ilişkiler içinde kaynaştım. Dernekte yakaladığım sinerjiyle çok güzel çalışmalara imza attım. Çok sayıda ortaklaşa sergiler açtık, anılar biriktirdik. Artık resimlerimde mavi, beyaz, deniz, vazgeçilmezlerim oldu. Çok üretici olmaya başladım. Daha hızlı ve pratik olmak için de yağlıboyadan akrilik boyaya geçiş yaptım. Ondan fazla kişisel, onlarca da karma sergilere katıldım. Artık resimlerimde bir kişilik oturdukça daha da zevk almaya başladım. Resimlerimin beğenilmesi, paylaşılması, sahiplenilmesi arttıkça daha bir mutlu oldum, onur ve gurur duydum.”

     Ayvalık’ta Cunda zamanı

     Bodrum’da on yıl yaşadıktan sonra, Ayvalık’ta Cunda günlerinin başladığını, maviden turkuaza geçiş döneminin adımlarını attığını vurgulayan ressam Tayfun Önel, sanat yaşamında ustalık döneminin ilk sergisini Ayvalık Belediyesi Orhan Peker Sanat Galerisi’nde açtı. Sanatçının tarifiyle;

      “Yine deniz, yine bir Ege köşesi. Yatların, yelkenlilerin yerini balıkçılar ve balıkçı sandalları aldı. Bodrum mavisine Cunda’nın turkuazı da eklendi. Mavi; dürüstlük, sadelik ve samimiyet temsil eder. Evrenin rengidir. Barışın ve masumiyetin de rengidir. Turkuaz da, maviden yeşile çalan, mavi ve yeşil arasında harika bir renktir. Mavi, turkuaz, yeşil benim ayrılmaz renklerimdir.”

Cunda’ya demir attık

     Ayvalık’ta ilk sergisini açtıktan sonra, kendi deyimiyle, Cunda’ya demir atmış Ressam Tayfun Önel, sergide beklemediği sayıda resimleri sahiplenilmiş. Resimler; Türkiye’nin dört bir yanında, otellerin, galerilerin, restoranların ve salonların duvarlarını süslemiş. Ayvalık Belediyesi Orhan Peker Sanat Galerisi’nde açılan sergi büyük bir ilgi görmüş, hatta serginin süresi bir hafta uzatılmış. Ayvalıklı sanatseverlerin, dostlarının destekleri, beğenileriyle daha bir motive olmuş. Ressam Tayfun Önel, bu aralar 18 Eylül’de Bodrum Marina Osmanlı Tersanesi’ndeki sergisinin hazırlıklarını sürdürüyor, ilk sergisinde yaşadığı heyecan neyse, bugün de benzerini yaşıyor.