Toplumsal adaletin eksikliği, bireylerin sadece ekonomik ya da sosyal yaşamlarını değil, psikolojik sağlıklarını da derinden etkiliyor. Haber Ekspres Gazetesi'nden Burcu Yanar'ın özel haberine göre, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Psikoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Prof. Dr. İnci Boyacıoğlu, toplumsal ayrımcılığın ve adaletsizliğin insanlar üzerindeki stres kaynağına dönüşerek, kaygı, depresyon, öfke ve umutsuzluk gibi ruhsal problemleri tetiklediğini vurguluyor. Boyacıoğlu, hukuk sistemine duyulan güvenin kaybolmasının, bireylerde kontrol kaybı ve toplumsal huzursuzluğu arttırarak, adaletsizlik algısının derinleşmesine yol açtığını belirtti.
Toplumsal ayrımcılık stres kaynağı
Toplumsal adalet eksikliğinin bireylerin psikolojik sağlığı üzerinde nasıl etkileri olabileceğinden söz eden Sosyal Psikolog İnci Boyacıoğlu, “Ciddi olumsuz etkilere neden olabilir. İlk olarak, sistematik adaletsizlik toplumda eşitsizliğin en temel göstergelerinden biridir. Toplumdaki eşitsizlik ve ayrımcılık, bireylerin günlük yaşamlarında sürekli bir stres kaynağıdır. Psikoloji ayrımcılık konusunu yoğun şekilde çalışmaktadır. Algılanan ayrımcılığın bireylerde stres, düşük benlik saygısı, aidiyet hissedememe ve kontrol kaybı gibi sorunlara yol açtığını biliyoruz. Oysa bir ülkede herkesin kendini güvende hissetmesi, gelecekten umutlu olması, sosyal bağların ve toplumsal ilişkilerin güçlü ve sağlıklı olması, psikolojik sağlık için bir ön koşuldur. Toplumsal adalet zedelendiğinde, bireylerin sağlıklı olabileceği zemin yitirilmiş olur” dedi.
Güvensizlik kontrol kaybına yol açabilir
Toplumun ve bireyin güvende hissetme ihtiyacına dikkat çeken Boyacıoğlu, “Güvenilir bir hukuk sistemi, toplumun adalet duygusunu besler ve bireylerin ilgi, yaratıcılık, zaman gibi içsel kaynaklarını üretmeye, çoğaltmaya ve keşfetmeye aktarmasını mümkün kılar. Ancak hukuk sistemi artık halkın faydasına işlemiyorsa, kişiler tüm enerjilerini güvende olma ihtiyacını karşılamaya odaklamak zorundadır. Toplumda genel bir huzursuzluk ortaya çıkar, kişiler yaşamdan keyif alamaz hale gelirler. Bireysel düzeyde, hukuk sistemine olan güvensizlik, adalete ulaşma konusunda umutsuzlukla beraber gelir. Bunun sonucunda da insanlar hayatları üzerinde kontrol kaybı yaşarlar. Hayatımız üzerinde bir nebze de olsa kontrol sahibi olmak, evrensel ve temel bir ihtiyaçtır. Belirsizlik, kaygı ve stres seviyelerinin artmasına neden olur. Sürekli haksızlığa uğrama kaygısı, bireylerde öfke, kin ve düşmanlık gibi duyguların gelişmesine yol açabilir. Toplumsal öfke, adaletin sağlanması noktasında işlevsel olduğu oranda iyileştirici olabilir. Ancak, kişiler dayanışma ağlarını kuramaz, birlikte hareket edemezlerse öfke hem kişiler için hem toplum için zarar verici bir dinamiği de beraberinde getirir. Adaletin sağlanacağına dair inancın kaybolması, karamsarlık ve sinizm duygularını artırabilir ve bireylerin toplumsal sorunlara karşı öğrenilmiş çaresizlik geliştirmesine sebep olabilir. Dolayısıyla, toplumsal hareketlerde öfke ve umut yan yana geldiğinde daha iyiye doğru bir ilerleme mümkün olabilir” diye konuştu.
Toplumsal gerilimler yük oluşturuyor
Travma yaşayan kişilerde normale dönme çağrısının nasıl karşılık bulduğuna da değinen Prof. Dr. İnci Boyacıoğlu, “Psikoloji alanında sayısız araştırma, toplumsal gerilimlerin bireylerin psikolojik sağlığı üzerinde ağır bir yük oluşturduğunu gösteriyor. Ekonomik ve siyasi krizler, adalete dair endişeler ve toplumsal güvenin aşınması gibi faktörler, kronik stres ve anksiyetenin tetikleyicisi olabiliyor. Özellikle algılanan ayrımcılık ve sosyal bağların zayıflaması, bireylerde yalnızlık hissini ve depresyonu artırırken; adaletsizlik algısı, kontrol kaybı, umutsuzluk duyguları ve kaygı sorunlarını besliyor. Ancak, toplumsal sorunlarda yaşanan psikolojik sorunların sadece bireysel düzlemde ele alınması bir çözüm getirmiyor. Örneğin, deprem, sel gibi toplumsal travmalarda psikolojik iyileşmenin bir parçası olan ‘normalleşme, yani gündelik rutine geri dönme bir baskıya dönüşebiliyor ve iyileşmeyi engelleyebiliyor. Travmayı deneyimleyenler normalleşme çağrısını “Adalet sağlanmasa da olanı kabullen ve sus” olarak duyuyorlar. Kesinlikle haklılar. Sonuç olarak, toplumsal esenliği sağlamak için hem bireysel psikolojik destek mekanizmalarının çalıştırılması hem de toplumsal çözümlerin hayata geçirilmesi gerekmekte” sözlerine yer verdi.
Mağdurlarda ikincil travma
Haksızlığa uğrayanların yoğun bir şekilde öfke, kızgınlık ve hayal kırıklığı duygularına sahip olduğunun da altını çizen Boyacıoğlu, “Hukuk sisteminin işlememesi, mağdurların temel ihtiyaçlarından biri olan adalete ulaşmalarını engelleyerek travmatik etkileri derinleştirebilir. Hukuk sisteminin adaleti tesis edememesi, mağdurların yaşadıkları haksızlıkların tanınmaması ve onarılmaması anlamına gelebilir. Haksızlığa uğramış olmalarına rağmen adalete ulaşamamış olmak, mağdurlarda yoğun öfke, hayal kırıklığı ve kızgınlık duygularına neden olabilir. Bu duygular, travma sonrası stres belirtilerini şiddetlendirebilir ve iyileşme sürecini zorlaştırabilir. Hukuk sisteminin mağduru koruyamaması, bireyin kendini değersiz ve savunmasız hissetmesine neden olur. Toplumsal travmalarda "Neden ben?" sorusu sadece psikolojik değil, aynı zamanda politik ve toplumsal bir sorudur. Hukuk sisteminin işlememesi ve adaletin sağlanamaması, bu sorunun cevapsız kalmasına ve mağdurların yaşadıkları acının toplumsal düzeyde karşılık bulmamasına neden olabilir. Bu durum, bireysel iyileşme süreçlerini derinden etkileyerek psikolojik travmaların kalıcı hale gelmesine katkıda bulunabilir. Adaletin tesis edilememesi, yalnızca hukuki bir sorun değil, aynı zamanda derin psikolojik yaralar açan bir travma kaynağıdır. Mağdurlar için adalet sürecinin işlememesi, 'ikincil travma' dediğimiz bir sarmalı tetikleyebilmektedir. Bu nedenle, psikolojik iyileşmenin sağlanabilmesi için toplumsal adalet duygusunun tesisi ve hukuk sistemine olan güvenin yeniden inşa edilmesi kritik öneme sahiptir” ifadelerine yer verdi.
İnsanın en iyi ilacı insandır
Toplumsal kaos içerisinde ruh sağlığımızı korumak için neler yapmamız gerektiğine de dikkat çeken Prof. Dr. Boyacıoğlu, “Şu an içinden geçtiğimiz toplumsal krizde psikolojik sağlığımızı korumak için yapabileceğimiz birçok şey bulunmaktadır. Öncelikle, yaşadığımız psikolojik sorunlar çok ağır gelmeye başlamışsa bir uzmana başvurmak gerekir. Türk Psikologlar Derneği, Türkiye Psikiyatri Derneği, Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği ve Adli Tıp Uzmanları Derneği, son dönemde yaşanan toplumsal olaylar sebebiyle profesyonel psikolojik desteğe ihtiyacı olan vatandaşlarımıza gönüllü destek vereceğinin duyurusunu yaptı. Psikolojik zorlanma yaşıyor da olabiliriz. Toplumsal krizlerde, insanın en iyi ilacı yine insandır. Böyle dönemlerde, Sosyal bağlarımızı güçlendirmek ve dayanışma ağlarını örebilmek sağlığımızı korumada önemli bir rol oynar. Bu noktada, örgütlenmek ve birlikte hareket etmek psikolojik açıdan koruyucu bir kaynağa dönüşebilir. Birlik ve dayanışma; ait olma, amaç ve anlam duygularını güçlendirdiği gibi, belirsizliği azaltma konusunda da çok değerlidir. Ayrıca aile, arkadaşlar ve ortak ilgi alanlarına sahip olduğumuz gruplarla bağlarımız bizim için destekleyici bir ortam sağlar. Anlamlı sosyal temaslar, hemen her zaman psikolojinin en güçlü kalkanlarından birisidir. Hem toplumsal dayanışma hem de yakın çevremizle sosyal temaslarımız, sosyal destek ağlarımızı da güçlendirecektir. Sosyal destek, bizleri bazen duygusal destekle, bazen bilgi sağlayarak, bazen eğlendirerek korur. İhtiyaç duyduğumuzda çevremizden sosyal destek istemekten çekinmemeli, iyi hissettiğimizde de çevremize destek olabilmeliyiz. Dayanışma öyle güzel bir iyileşme biçimidir ki, insan destek verirken de iyileşir” dedi.