KÜLTÜR - SANAT

Okay Temiz, dünyadaki telif haklarını toplamanın mücadelesini veriyor

Perküsyonist ve ritim ustası Okay Temiz; ney, zurna ve Türk folklorik müziğini dünyaya tanıttı. Kaydettiği albümler 500'ün üzerinde müzik dükkânında satışa sunuldu. Albümleri dolayısıyla dünyadaki telif haklarını toplamaya çabalayan sanatçı Temiz, "Zamanında plakları, müzikleri, daha doğrusu konserleri yaparken bize bir kâğıt getiriyorlardı, biz imzalayıp bütün hakları vermişiz. O yüzden gençler, imzaladığınız kâğıdın arkasına bakın" dedi.

Abone Ol

Türk cazını dünyaya tanıtan perküsyonist ve ritim ustası Okay Temiz’in, "Okay Temiz-Live in Montreux Jazz Festival 1982", "Don Cherry Trio-Live in Paris 1971" ve "Okay Temiz-Drummer Of Two Worlds" plakları Avustralya'dan Japonya'ya, Amerika'dan Yeni Zelanda'ya, 500'ün üzerinde müzik dükkânında satışa sunuldu.

Caz Plak etiketiyle Japonca, Fransızca, İngilizce ve Türkçe hazırlanan plaklar, farklı kapak tasarımıyla sanatseverlere ulaştı.

Ney, zurna ve Türk folklorik müziğini dünyaya tanıtan, Türkiye'den dünyaya açılan ilk caz plaklarına imza atan Temiz, ünlü sanatçılar Don Cherry, Jan Garbarek ve Lennart Aberg ile müzikteki yolculuğunu, "Zikir" ve "Derviş" plaklarında ney çalan usta müzisyen Aka Gündüz Kutbay ile tanışmasını ve 30 yıl önce attığı imzalar sonucu, bugün kendi eserlerini binlerce liraya geri alma çabasını Anadolu Ajansı'ndan (AA) Dilek Dallıdağ'a anlattı.

Dünya plak koleksiyonerleri için 45 yıl sonra caz plaktan çıkarttığınız 'Drummer of Two Worlds' İki Dünyanın Davulcusu albümüyle dinleyicilerinizle birliktesiniz. Neler hissediyorsunuz?

Evet, 45-50 sene sonra böyle bir şansımız oldu. Bunu yapan ve gerçekleştiren yakın arkadaşım Haluk Damar ve dolayısıyla Caz Plak. Onun dağıtımı ve tanıtımı çok mühim. Yani yapmak bir şey değil, müzikleri yapıyoruz ama ondan sonra tanıtılması, dağıtımıdır mühim olan. Yalnız Türkiye'de değil. Ben tabii şanslıyım. Bütün Uzak Doğu, Orta Doğu, Avrupa, İskandinavya var. Zaten bir yerde oralıyım. Bunların dağıtımını Haluk Damar arkadaşımız yaptı. Devam ediyoruz. Daha başka projeler, yapacağımız plaklar var.

Gerçekten çok önemli. 45 yıl aranın ardından yeniden plak formunda çıkartılması çok güzel. Böylelikle tekrar, yeniden koleksiyonerlere ulaşabilecek arşivlik çalışmalar olmuş. Hepsi de farklı kapak tasarımlarıyla satışa çıkan ülkelerin dillerinde, ne güzel. Bunlar eski kapak tasarımlarınız mı, yeniden mi yapıldı?

Yeniden yapılanlar var. Mesela 'Drummer of the Worlds' plağı senelerce basılmadı. Ben onu Stockholm metrosunda yapmıştım. Bir anda basıldı. Daha sonra herkes, 'Okay yeniden yap.' dedi. Sonunda burada, Türkiye'de tekrar çıkarttık. Haluk Damar'ın yazıları var İngilizce. Tabii bu Japonya'da çok ilgi gördü. Eski resmimi koyduk kapağa, Japonca yazıldı. Yine aynı müzik ama kapakları değişik. Bu da motor üzerinde ben. Çocukluğum motorlarla da geçti benim.

Bu gerçekten çok güzel bir çizim olmuş...

Birini bir Türk arkadaş, diğerini İsviçreli bir fotomontör yaptı. Bu, arkadaşlarımın çektiği 1970'lerdeki fotoğrafım. Bu 'Drummer of the Worlds'ün üç tane varyasyonu.

Sanıyorum ki dünyada tanındığınız, sayısız ülkede çaldığınız 'Oriental Wind' grubunuzla olan kayıtlarınızı da plak formunda ayrıca topladınız değil mi?

Evet, bunlar kaydedilmişti. Montreux Caz Festivali çok mühim. 1982'de orada büyük sükse yaptık. Yani dünya cazcıları, grupları da vardı tanıdığımız. Bir numara seçildik biz orada. Fransız gazeteleri 'Number one' dedi. Çok enerjik, tarihe geçecek bir konser oldu. Youtube'da da var. Montreux Caz Festivali plağı da çıktı. Mesela bu elimdeki Japonya'da çıkan plak, aynı müzik, kapakları değişik. Bu Türkiye'de çıkan. Japonya'da çıkan bir tane daha var, yolda. O da gelecek elimize. Sonra benim Don Cherry ile tanışmam var tabii. 1967 yılında İsveç'e gittim, 1968 yılında Don Cherry ile tanıştım. Dünyanın en iyi müzisyenlerinden birisi, siyahi Amerikan trompet sanatçısı. Tanımayan yok Don Cherry'i. O da İsveç'te yaşadı. Ben de oraya gittim. Biz onunla senelerce bir aile gibi, caz ailesi gibi çalıştık. Büyük festivallere katıldık, plaklar yaptık. Mesela 1971'de Fransa'ya gitmiştim. Ulusal televizyonda çaldık. Bizim TRT gibi. Plak kapağında Versay Sarayı var. Bu diğer kapak Ara Güler'in fotoğrafı, bize hediye etti. Kapakta tabii Japonca yazıyor. Japonya'da, Yeni Zelanda, Tayland ve Avustralya'da satılıyor. Avrupa'da zaten her yerde var, birçok ülkesinde satılıyor.

Hatta bu kayıtlarınız Belçika'da müzikmania müzik-caz platformunda haftanın plağı seçilmiş, ne güzel...

Sen takip etmişsin. Ben o kadar takip edemiyorum. Don Cherry Trio, Johnny Dyani ve Okay Temiz albümü ve üç kişi çaldık. Çok önemli müzisyenler bunlar. 1971 senesi. Büyük sükse gördü. 3 tane plak var, ayrı kapaklarla kutunun içerisinde. Bunlar böyle satılıyor. Koleksiyonerler için. Aynı müzik fakat kapakları değişik. Bu 1982 Montreux Caz Festivali çok önemli. Bunda da üç tane plak var.

"Zikir ve Derviş plaklarımı Avrupa'da biblioteklerde görürsünüz"

Sanatın içinde sanat var aslında kapaklarla birlikte bakınca...

Tabii bu da sanattır. Sanat her zaman var. Arşiv müziği bu müzikler. Çalınmış, arşivlenmiş zamanında. Mesela benim 'Zikir' ve 'Derviş' plağım var. Avrupa'da biblioteke gider, karıştırırsanız bunları görürsünüz.. Yani arşivlenmiştir. Bunlar da o arşive girecektir muhakkak. Çünkü eski yapılmış ve hakikaten artık efsane olmuştur.

Belçika'da geçen haftanın albümü seçilen bu plağınız için yazılan köşe yazısı sizin özellikle Türk cazını dünyaya tanıtmanızı anlatıyordu.

O konuda Haluk da burada bize yardımcı oluyor. O çok da güzel yazılar yazıyor.

Sizin müziğiniz için psikedelik ve kült tanımlarını kullanmışlar...

Ne, kült mü?

Evet, orijinal, benzeri olmayan ve zaman içinde de değer kazanan anlamında sanırım kullanılmış bu kült tanımı...

Öyle. Çok özel dediğin şey. Tarih içinde zaman geçtikçe bunlar özellik kazanıyor. Zaten 50 sene geçmiş ve zaman içerisinde efsane olmuş bu müzikler. Şimdi çıkarıyoruz bunları. Milletin bunlardan haberi yok. Konsere gelenler ancak bunu o an için dinlemiştir.

Sizin için de heyecan verici olmalı, zaman içinde siz de hafızanızı zorlamış, hatırlamış oluyorsunuz değil mi?

Evet, çok güzel. Hatırlıyorum. Çok şey var. Bu plakları yaparken konserlerden tanıştığım müzisyenler, insanlar var.

Kimler var? Mesela Don Cherry büyük, usta sanatçı. Yine dünyaca ünlü usta saksafon sanatçısı Jan Garbarek var. Lennart Aberg var...

Onlar işte benim hep eski dostlarım. Don ve Lennart'ı kaybettik maalesef. Kaybettiğimiz çok müzisyen var. Onlar dünya çapında müzisyen. Yani büyük de ilgi gösterdiler Türk müziğine. Yalnız Türk müziği değil. Bunlar hep bize Don Cherry'den geldi. Don Cherry dünya müziğine açıktı ve cazın içine bunları hep böyle ısrarla sevgiyle, aşkla çalarak koydu. Japon müziği de çalıyorduk. Hint müziğini çok kullandık. Dünyanın en iyileriyle plaklarım var, onları daha çıkarmadık. Dünyanın en iyi 3 saksafoncusundan biri olan Pharoah Sanders ile olan plak gelecek. Jan Garbarek, Pharoah Sanders, başka iki isim daha sayabilirim. Bu insanlarla yaptığım müzikler var. Pharoah Sanders yolda, çok mühim. Ankara konseri ve Cemal Reşit Rey'de çaldığımız iki konser. Arka arkaya iki konser çaldık ve salonu doldurduk. Sonra hiçbir cazcının yaptığı bir şey yok. Caz kulübünde bile bir kere çalarsın. Ama bir konser salonunda iki konser vermek büyük bir başarı anlatabiliyor muyum? Bunlar büyük isimler. Benim de onlara sevgim, saygım büyük. Pharoah Sanders buraya geldi. Müziğini bilmem lazım. Pat diye, provasız çaldık. Biz prova yapmıyoruz. Ankara'ya gittik hiç prova yok. Yani ne demek prova? Ne duyuyorsan onu çalacaksın. Eğer böyle bir kabiliyetin, kapasiten varsa zaten berabersin o kişilerle. Montreal Jazz Festivali'nde çaldık hiç prova yapmadık.

"1970, 1980'lerde kaset yolluyorduk postayla"

Büyük konserler öncesi prova gerektiğinde nasıl yapıyordunuz peki?

Yani 1970, 1980'lerde kaset yolluyorduk postayla. O zaman internet yok. Dolayısıyla dinleyeceğiniz kayıt yok. İsveç'in başka şehirlerine postayla gönderiyorduk kaseti ve arkadaşlarımız bulundukları şehirde kaseti dinleyerek basına, piyanosuna çalışıyordu. Ev ödevi diyoruz biz buna. Yani yolladığımız müziği, orada, evinde çalışıyor, ödevini yapıyor. Benimle çalmış gibi oluyor. Ama 1 kere 3 kere değil, 50 kere çalıyor belki onu. Benimsiyor müziği ve ne çalacağını biliyor. Biliyor ki, soundcheck yapacağız, ses düzeninden sonra konserimiz var. Böyle çaldık biz Montreux'u. 'Daha önce konserlerimiz olur, burada gruplar kurulur, 3-5 konser çalar, sonra plağa gireriz.' gibi bir hazırlığımız yok. Ev ödevi. Halen de mühim İsveç'te. Avrupa'da da var bu. Bir müzisyene müziğini yolluyorsun, onu dinliyor defalarca ve seninle hep çalmış gibi sahneye geliyor. Geçenlerde yine bir Amerika'lı saksafoncu geldi, konser yaptık ve yine aynı şekilde yaptık. Yani onun için diyorum.

Benim mesajım, müzisyenlere saygı gösterilmesi lazım. Bir kaset üzerinden, internetteki link üzerinden o müziği öğrenip, hazırlanıp geldiği zaman pat diye çalması çok önemli. Bu çok değerli herkes için. Saygı göstermek... Bu yaptığın işe saygıdır.

Türkiye'de özellikle 'Denizaltı Rüzgarları' parçanız ile tanınmanız ve sevilme süreciniz başta rahmetli Kemal Sunal'ın 'Korkusuz Korkak' ve başkaca filmlerde yer alması ile de oldu galiba?

Drummer of Two Worlds'ün ilk parçası sanırım. Çok kullanıldı, burada çok sömürüldü. Evet, Kemal çok kullandı benim müziklerimi. Kemal gibi diğer tiyatrocular, yapımcılar da başka müziklerimi kullandı. O zamanlar telif hakkı falan yoktu. Bize de sormadan yaptılar maalesef. Bu arkadaşların kabahati yok ama onların film yapımcıları tabii, alıyorlar parçayı 'Bunu kullanalım.' diyorlar. Hiç bir ödeme yapmadan senelerce kullandılar. Şimdi bu biraz daha yoluna girdi. Her kullanan bir yatırım oluyor. Bir ücret alınıyor karşılığında.

Sanıyorum bu plaklarınızla birlikte dünyada da telif haklarınızı toplamaya başladınız değil mi?

Bu plakların çok ciddi şekilde bandrol dediğimiz vergi pulu var. Kültür Bakanlığından çıkıyor. Hepsi bandrollü, bandrolsüz hiç plak yok bizde. Mesela, Avrupa'da basılanlar bandrolsüz oluyor, kaçak. Benim bir sürü kasetim, CD'im, plağım bile basıldı kaçak, korsan. Sonra yakalandılar. Biz bunların vergilerini çok düzenli şekilde, gayet ciddi şekilde Türk hükümetine ödüyoruz. Yurt dışında basılan plakları kişiler getiriyor uçakla 20-30 tane, böyle dağıtıyor. Bu şekilde çalışma bizde yok. Onun için daha ciddi çalışıyoruz. Zaten Uzak Doğu, Japonya'da ilgi gösteriyorlar. Yani ciddi olursan ilgiyi görüyorsun.

"Gençler, imzaladığınız kağıdın arkasına bakın"

Hangi ülkeler var bir üzerinden geçebilir miyiz? Nerelere gitti bu plaklar?

Valla İskandinavya var zaten. İsveç'te kaldım. Danimarka'da var, mağazalarda görünüyor. Finlandiya'da var. Şaşırdım, çünkü ufak bir yer. Nüfus olarak 6 milyon ama kültür olarak çok önde bir ülke. Orada bir dükkanı tanıyorum. Baktım benim plaklarım var orada. Yani bunların 3-4 tanesi orada. Bütün Avrupa'nın her tarafında var. Demin söylediğiniz Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda, Tayland, Tayvan var. Bu yerlerde ilgi duyuyorlar. Çünkü çalıştığım adamlar da ben ve Don Cherry gibi insanlar. Yani çok tanınmış. Yani öyle bir şansım var benim, onlarla çalıştım. Bir de bu Drummer of Two Worlds-İki Dünyanın davulcusu, çok özel bir LP. İçindeki 'Denizaltı Rüzgarları'nın da haklarını aldık. Zamanında ben bu plakları, müzikleri, daha doğrusu konserleri yaparken bize bir kağıt getiriyorlardı, biz imzalayıp bütün hakları vermişiz, haberimiz yok.

Müzisyenlere söylüyorum buradan, bir konser çaldığınız zaman imzaladığınız zaman kağıdın arkasına bakın. Madde, madde bir sürü şey yazıyor. Okuyacak halimiz yok bizim müzisyen olarak. Yanımızda avukatımız da yok. Herhangi bir menajer, uyanık birisi yok, 'yapma' falan denmedi bize. Biz imzayı attık, paramızı aldık, konserimizi çaldık. Sonra ne oluyor? O haklar, konseri yapanda, o lokalde ya da insanda. Sonra onu almak için 20-30 sene sonra bir sürü para veriyorsun. 7 bin dolar istiyor, 5 bin avro istiyor. Birisi gelmiş, beni Galata Kulesinde çekmiş, orada da çalıştım. 20 bin lira para istiyor. Teybiyle çekmiş bizi. Hadi bakalım. İşte böyle şeylerle uğraşıyoruz. Evet, bundan sonra dikkat etsin müzisyenler benim söylediğim şeye.

Müzisyenlerin hakikaten bir işe imza attıkları zaman, 'Bir dakika' deyip incelemesi lazım. Bu bizim radyomuzda var. Yani TRT Radyosunda istisna haddi ile senelerce çalıştım. Sana bir kağıt verilir pembe. Önde bir şey yazmaz. Sembolik kaç para alacağın falan yazar. Arkasını çevirdiğin zaman yine bu maddeler var. Biz hiç okumadan imza atıyoruz. Bütün haklar TRT'de. Benim orada kaç tane konserim var, alamıyoruz. Almak için bayağı bir para vermek lazım. Saniye olarak istiyorlar parayı.

Yani tüm bu anlattıklarınızla sizin para almanız gerekirken onlar sizden istiyorlar?

Evet, aynen. İstisna haddinin arkasından, halen onu söylüyorum, Kültür Bakanımız da görsün, incelesin. 'Parçayı alırız.' diyorum, 'İstisna haddi imzaladınız.' deniyor. Arkasından alırız, başka programlarla değiştiririz, satarız, sana haber vermeden. Senin hiçbir hakkın yok. Arkasında maddeler var. Biz bunu imzalamışız. Böyle kağıt hala ortalıkta dolaşıyor. Bunu da söyleyelim bu arada.

Türkiye'den dünyaya çıkan orijinal olarak ilk caz plakları değil mi? Başka bir örneği yok sanıyorum?

Keşke olsaydı da işimiz kolaylaşsaydı. Böyle bir şey yok. Yani bu Türkiye'nin tanıtımı için dokuz plak. Efendim, değişik kapaklarla gayet ciddi bir şekilde Türkiye'nin tanıtımına büyük faydası oldu. Bundan haberi olsun medya yoluyla insanların. Bilsinler ne yaptığımı. Ben bilmiyorum. Ben burada kapalı kutu kaldım Türkiye'de maalesef. İsveç üzerinden, İsveç finansmanıyla ben Türkiye’yi tanıttım senelerce. Yol paralarımızı verdi. Bütün harcırahlarımızı verdi, gittik, konserlerde çaldık. Türkiye geldim iki tane konser... Levent Kırca'nın Mecidiyeköy'de Hodri Meydan'ı vardı. Orada iki konser çaldım, zarar ettim. O zararları İsveç Hükümeti ödedi. Ama kültüre bir yardım politikası var. Bu politika içerisinde seni benimsiyor, destekliyor. Neyse masrafını veriyor. Zarar da etse onu İsveç hükümeti ödüyordu. Böyle bir yerde öğrendim bu cazı.

İsveç beni kabullendi ve 'Hoş geldin.' dedi. Onun için bir yerde Türklüğüm kadar İsveçliyim de. Aynı zamanda Finlandalıyım da. Çocuğum orada doğdu, orada yetişti. 'Türk cazı' deniyor şimdi. Açıkça söylemem gerekirse, bu Türk cazının örneği Don Cherry ile yaptığımız plak. Don Cherry repertuvarında, caz müzisyeni. Finlandiya'daki gazeteciler, 'Mr. Don, bütün gece müziğin yüzde 60'ını Türk müziği, Türk parçaları ile çaldın. Bunu niye tercih ettin?' diye sual sordu. Bazı parçalar Thelonious Monk’un, diğerleri Ornette Coleman'ın, diğerleri Duke Ellington'dan kalma. Her birinden birer parça, onlardan da var ama bir sürü parça Türk müziği. Köçekçeler, bizim oyun havalarımız, folklörden parçalarımız. 'Benim trompetimde caz gibi bunlar.' dedi. Türkler buna uyanmış değil. Mesela, 'Hoppala yavrum yaz geldi. Çarşıya kiraz geldi, kiraz geldi.' Burada hemen şıkıdım şıkıdım oynarlar ama onlara öyle gelmiyor efendim. O insanlar başka türlü dinliyor onu.

Onun için bu Türk müziği bayağı yol aştı, freecaz, avangart caz olarak. Benim söylemek istediğim şey Türk cazı deyince Okay Temiz ne yaptı? Ben 1970'lerde, buradan Bayburtlu zurnacı ustası Bin Ali Selman'ı götürdüm. Türkiye'nin doğudaki en büyük kültürü, Doğu Zurnası. Yıkıldı ortalık. Finlandiya'da çaldık, İsveç'te televizyon programları yaptık. Bayıldı millet. Bir zurna ve davul çalıyor, benim bakır davullarım. Zurnayı 1970'lerde çıkaran benim. Ondan sonra Saffet Gündeğer diye bir klanetçi vardı. Saffet, Bandırma'lı Roman klarnetçi. Efendi, kravatlı, papyonlu, çok güzel Taksim çocuğudur. Yani İstanbul doğumlu, Bandırma kökenliydi. Onu da götürdük şey İsveç'e ve Finlandiya'ya. Plak yaptık. Harikaydı, nasıl ilgi gördüm biliyor musun? Yunanistan'da çaldık. Millet bırakmadı konserden sonra. Böyle şeyler yaptım. Sonra Aka Gündüz'ü çıkardım.

"Zikir" albümünüzde çaldı değil mi?

Evet, neyi dünyaya ilk tanıtan benim, naçizane. Ney müziğiyle ilk 'Zikir', 'Derviş' albümünü Fransa'da yaptık, basıldı. Turneler yaptık neyle. Fransız-İsveçli, ben ve Ankara'dan Turhan Ötener, bizim piyanistimiz. Böyle gittik. Aka Gündüz de çok önemli. Yani Zikir arşiv plağı oldu. Türkiye'den çıkarttığım başka zurnacılar da var. Kemancı Salih Baysal mesela. Bodrumlu Salih Baysal kemanı aşağıda çalardı. Kuvveti yok adamcağızın kaldırsın kollarını. klasik keman çalar gibi. Hem çalar hem de şarkı söylerdi. Ben Avrupa'da turnedeyken arabamla, o zaman caz dergileri benzincilerde satılıyordu, alıyordum durup. Böyle bir kültür vardı. Caz mecmuası 'Down Beat'i de buluyordum. Polonya'da çıkan caz mecmuası Podium mecmuasını da buluyordum. Podium aldım, açtım, baktım. Her sene 'En iyi müzisyen' seçilir. 'Senenin En İyi Kemancısı, En iyi Saksafoncusu' vs seçerler. En iyi olarak 3 ya da 4 kişi seçerler. Bir baktım kemanlarda tanıdığım müzisyenlerden Fransız Jean-Luc Ponty, Belçikalı ve Danimarka'lı müzisyen dostlarım var. Bunlar kemancı. Dördüncüde Salih Baysal var. Dünya dördüncüsü kemancı. Böyle şeyler oluyor. Çocuğun haberi yok. Söylesem bile 'O ne demek hocam?' diyor. Yani dünya dördüncüsü. Ondan bile haberi yok. O nedenle değerini de bilmiyor. Çalıyor. Natürel insanlar. Organik çalıyor çocuk. Telefon ettim tabii. Caz doktoru arkadaşlarım var. 'Bu nasıl olur?' dedim. 'Okay biliyorsun bizim dinlediğimizi, neyi sevdiğimizi, Yani biz oyun havası olarak dinlemiyoruz. Başka bir şekilde görüyoruz.' dediler.

Tabii bu anlamda müzik kaşifi de olmuşsunuz. Bu da çok değerli...

Bu değerleri alıp çıkartmak güzel. Yani bunu yaparım, bunu yapmam diye bir şey değil. Organik olarak gelişti. Baktım iyi çalıyor, 'Gel çalalım.' dedim. Aka Gündüz'le kaç defa takıldık burada, Mecidiyeköy'de yerimiz vardı. Gelir, çalardı. Böyle denemeler yapardık. Sohbet günlerimiz olurdu.

Ömrünüze bereket. Daha nice yeni ve unutulmaz çalışmalarınızla, albümlerinizle görüşmek dileğiyle...

Sağ ol. Hoş geldiniz. Bunları insanlara bizim sizin vasıtanızla sunmanız önemli. Anadolu Ajansı'na teşekkür ediyorum. İnsanların haberi olması lazım çünkü çok emek verdik.