Üzgünüm... Komşuluk ölmüş

En acil ihtiyaçta kapısı ilk çalınan, tatile giderken çiçeklere su vermesi için anahtar bırakılan, kokmuştur diye yapılan her yemekten bir tabak uzatılan, kapısı ardına kadar açık ya da üzerinde anahtar bırakılan, bazen akrabadan kardeşten daha yakın insanlar…

Abone Ol

Çocukluğumda komşu kime denir diye sorsaydınız bana cevabım aynen böyle olurdu. Şimdi ise komşu aynı apartmanda yaşadığından emin olduğumuz, varlığını bildiğimiz, elle tutulamayan hatta neredeyse gözle görünemeyen canlılar.  

Uzun zamandır oturduğumuz apartmanda daire sayısının çok olması, komşuların çoğunluğunun yaşlı ve hasta, geri kalanlarının da çalışanlardan oluşmasından mıdır nedir kimse kimseyle gidip gelmiyor. Bu da ne yazık ki çocukluk anılarımdaki komşuluğu her gün biraz daha özlememe sebep oluyor. Yaşıtlarım hatırlar, okul dönüşünde evde kimse yoksa hemen bir komşunun kapısını çalar, “annem sizde mi?” diye sorar cevap hayırsa o komşu tarafından hemen eve alınır, salça ekmek ya da tadı hala damağımda olan çaya batırılan bisküvilerden yerdik. Annemiz yemek yaparken “aa limon kalmamış, koş hemen Ayşe teyzenden al” deyince apartman terliklerini ayağımıza geçirip bir koşu alır gelirdik. Küçücük ellerimize tutuşturulan, dökülmesin diye yere mi yoksa tabağa mı bakmalıyım? diye düşünmekten yürümeyi unuttuğumuz sıcacık yemek dolu tabaklarla apartman merdivenlerinden iner çıkardık. Anne babamız çocukların gidemeyeceği bir düğüne, davete gidecekse komşuya bırakılır, komşunun çocuklarıyla oyunlar oynar, annelerin tabiri ile kudururduk…

Sonra büyüdük… Büyüdükçe ardına kadar açık kapılar kapandı, üzerinden anahtarlar alındı önce. Sonra gidip gelmeler kesildi ve hatta selamlaşmalar. Şimdi ise birbirimizi tanımıyoruz bile. Öyle ki bir başka ortamda tanıştığımız bir kişiyle aynı apartmanda oturduğumuzu öğrenmişliğim bile var. Artık komşularımızla tek iletişimimiz apartman yöneticisinin kurduğu mesaj grupları. Aidat hatırlatmaları, şikayetler ve bayramlarda gönderilen kutlama mesajları dışında hiçbir şey yazılmayan gruplar.

Geçen gün yöneticimiz kötü bir haber vereceğini, şoke olduğunu yazdı bizim gruba. Bahçe katında heybetli ama uysal köpeğiyle birlikte yaşayan, bahçeyi çiçek gibi tertemiz ve zevkle hamaklarla, bahçe mobilyalarıyla döşeyen gencecik eğitmen şef komşumuz motosiklet kazasında vefat etmiş. Hem de 15-20 gün önce. 14 dairelik apartmanda bir komşu vefat ediyor ve biz en az 15 gün sonra fark ediyoruz yokluğunu. Fark ediş şeklimiz de ayrı utanç kaynağı. Ne oldu bu adama, nerelerde? diye değil, apartmana yapılacak bir işlem için kendisine ihtiyaç duyulunca ve aranıp ulaşılamayınca ev sahibinden öğreniyor yöneticimiz. Çok üzüldüm, çok utandım kendi adıma. Her akşam yanan bahçe lambaları yanmayıp, motosikletini de görmeyince eşim ve ben tatile gittiğini düşünmüştük oysaki. Aklımızın ucundan dahi geçmedi böyle bir şey. Ama hata bizde, hepimizde! Öylesine koptuk ki eski adetlerimizden, gelenek, göreneklerimizden, komşuluk ilişkisi diye bir şey kalmadı ortada. Eskiden olsa bilirdik kaçta eve gelip gittiğini, bilirdik o hafta tatile gidip gitmeyeceğini, hiç olmasa bilirdik cenazesinin nereye defnedileceğini… Çok üzgünüm… Komşuluk ölmüş. Hem de 15-20 gün önce…