Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Tutuklama Kararları

20 Mayıs 2024 tarihinde bu sütunda yayımlanan “Soykırım Davası ve Türkiye” ismindeki yazımda Güney Afrika Cumhuriyeti’nin İsral hakkında Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı soykırım davasına değinmiş ve Türkiye’nin de bu davaya taraf olması gerektiğini yazmıştım. Keza ilerleyen zaman içerisinde Türkiye de bu konuda çeşitli girişimlerde bulundu.

Abone Ol

Ancak geçen haftaki bir gelişme de oldukça önemli. Uluslararası Ceza Mahkemesi, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, eski İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant ve Hamas lideri Muhammed Deyf hakkında tutuklama emri çıkarttı. Mahkeme bu üç ismin savaş suçları ve insanlık karşıtı suçlar konusunda cezai sorumluluk taşıdığına dair makul gerekçeler olduğuna karar verdi. Ayrıca Mahkeme bir diğer hususun da altını çizerek Netanyahu ve Gallant’ın tutuklanması için, İsrail’in Mahkemenin yargı yetkisini kabul etmesinin gerekli olmadığına hükmetti.

Bu noktada bir ayrımı burada vurgulamamız gerekli. Uluslararası Adalet Divanı bir Birleşmiş Milletler kurumuyken Uluslararası Ceza Mahkemesi Birleşmiş Milletler kurumu değildir. Bir grup devletin Roma Statüsü isminde bir belgeyi imzalayarak soykırım, savaş suçları ve saldırı suçları gibi bazı konularda yargılama yetkisini tanıdıkları bir mahkemedir. Uluslararası Ceza Mahkemesi ulusal ceza sistemlerinin yerini almayı değil, onları tamamlamayı amaçlamaktadır. Ayrıca yalnızca devletlerin bunu gerçekten yapmak istemedikleri veya yapamadıkları durumlarda davaları kovuşturur. Bir yargı kurumu olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin kendi polis gücü veya infaz organı yoktur; bu nedenle özellikle tutuklama yapmak, tutuklanan kişileri Lahey'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi gözaltı merkezine nakletmek, şüphelilerin mal varlıklarını dondurmak ve cezaları uygulamak için dünya çapındaki ülkelerle işbirliğine dayanmaktadır.

Daha da önemlisi Uluslararası Adalet Divanı doğrudan devletleri yargılamaktadır. Bu yargılama bir ceza yargısı değil, tespit davasıdır. Yani Güney Afrika Cumhuriyeti’nin başlattığı yargılama sürecindeki amaç İsrail devleti’nin Soykırım Sözleşmesi’ni ihlal edip etmediğini tespit etmektir. Oysa Uluslararası Ceza Mahkemesi bireyleri yargılamaktadır. Daha önce de değindiğim üzere devletler soykırım yahut insanlığa karşı işlenen suçlar ortaya çıktığı zaman, bu suçlara iştirak edenleri çoğu zaman yargılayamaz. Bunun nedeni, bu suçları işleyenlerin çoğu zaman doğrudan devlet yöneticileri veya sivil ya da asker devlet çalışanları olmasıdır. İşte bu noktada bu suçların yargılanamama sonucu ortaya çıkar ki Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne ihtiyaç tam da bu noktada ortaya çıkmaktadır. Bir grup devlet kendi rızaları ile kendi ülkelerinde böyle suçlar işlenirse ve kendileri bunu yargılayamayacak durumda olsalar da Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne yargı yetkisini vermişlerdir. İşte tam da bu noktada Mahkemenin verdiği karardaki şu nokta önem kazanmaktadır: tekraren söyleyelim “...Mahkeme Netanyahu ve Gallant’ın tutuklanması için İsrail’in mahkemenin yargı yetkisini kabul etmesinin gerekli olmadığını ifade etti.” Bu husus neden önemli? Çünkü İsrail Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni kuran Roma Statüsü’ne taraf değildir. İşte burada çok önemli bir durum ortaya çıkmaktadır: bir devlet Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargılama yetkisini tanımasa dahi, o devletin vatandaşları bu suçları işlediğinde yargılanmaktan kurtulamazlar.

Peki bu yargılama nasıl olacak? Kişi kendi ülkesinde olduğu sürece, ve kendi devleti Roma Statüsü’ne taraf değilse böyle bir tutuklama nasıl gerçekleşecektir? Cevap basit: gerçekleşemeyecek ve yargılama kişinin gıyabında devam edecektir. Ancak bu kişi ülkesini terk eder ve Roma Statüsü’ne taraf bir devletin ülkesine giderse, gittiği devlet için bir tutuklama yapma zorunluluğu ortaya çıkacaktır. Netice itibariyle pratikte şu sonuç ortaya çıkmaktadır: Binyamin Netanyahu, Yoav Gallant ve Muhammed Deyf Roma Statüsü’ne taraf bir devlete gider gitmez tutuklanacaktır. Peki bu devletler hangileri? Halihazırda 123 devlet Roma Statüsü’ne taraftır. Bugün Birleşmiş Milletler’e 193 devletin üye olduğunu da düşünürsek bu üçü kişi için dolaşabilecekieri 70 devlet mevcuttur.

İşte bu durum bu korkunç suçların uygun biçimde yargılanabilmesi için en ciddi sorun olarak ortada durmaktadır. Umarım bu vesile ile Türkiye de bu konuyu tekrar gündeme getirir ve 124. taraf ülke olarak Roma Statüsü’nü imzalar.