SERCAN ENGEREK

“Tarih insanın bir kere fotoğrafını çekecek. Nerde ve ne zaman bilinmez. O fotoğrafta gözü kapalı çıkmayı hiç kimse istemez.”  Bir programında böyle demişti şair Sunay Akın. İşte tarihin çektiği o fotoğrafta gözü kapalı çıkmayarak ölümsüzleşen bir isim, Uğur Mumcu.

Bugün 24 Ocak. Uğur Mumcu katledileli tam 32 yıl olmuş. 24 Ocak 1993’te karlı bir pazar sabahı arabasına konulan bombanın infilak etmesi sonucu ölen Mumcu, on binlerin katıldığı cenaze töreniyle uğurlanmıştı son yolculuğuna. Bedeni ayrılmıştı bu dünyadan. Oysa yaşadığının en büyük kanıtıydı yazdığı kitapların bugün de güncelliğini koruyor olması. Zira fikirler, düşünceler ölümsüzdü.

Mumcu hayatta olsaydı, bugün Türkiye’de birçok şeyin daha farklı olacağını unutmamız da olanaksız öte yandan. Çünkü araştırmacı gazeteciliğin simgesi olduğu kadar bir yurtseverliğin de örneğidir o. Nitekim bu uğurda ölüme gitmekten korkmamıştı. Nasıl diyordu: “Korkak bin kere, cesur bir kere ölür.”

Olayları derin bir gözlem gücüyle irdeleyen, en ince ayrıntısına dek inebilen bir araştırmacı gazeteciydi Uğur Mumcu. Hukukçuydu aynı zamanda. 1965’te Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra bir süre avukatlık yapmıştı. Öyle ki hiçbir şeyden bağımsız olmayan gazetecilikte böylesine başarı kazanması belki de bundandı Mumcu’nun. 1962 yılında başladığı yazarlık hayatında “Türk Sosyalizmi” adlı makalesiyle Yunus Nadi Ödülünü alacaktı.

Uğur Mumcu gazeteciliği

Peki günümüzde saygınlığına gölge düşürülen gazetecilik ne ifade ediyordu Mumcu için? Ona göre gazetecilik neydi? Uzun lafın kısası kimdi gazeteci? 3 Mayıs 1982 tarihli Milliyet’teki yazısında Mumcu şöyle tanımlıyor gazeteciyi:

“Gazeteci, haber ve bilgi kaynağına en çabuk ulaşan ve bu kaynaklardan edindiği bilgi ve haberleri okurlara sunan insan demektir. Gazetecinin bu görevini yapabilmesi için habere, olaya, olguya, belgeye ve bilgiye dayalı yazılar yazması gerekir. Bunun için de gazetecinin güvenilir kişi olması zorunludur. Sır saklayan, haber ve bilgi kaynağını gizlemesini bilen, gerektiğinde hükümetlere ve güç odaklarına karşı savaşmayı göze alan insan, gazetecidir.”

Uğur Mumcu’nun başarısının ardındaki bir neden de araştırmacılığı idi. “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz” diyerek bu yönünü ortaya koyan Mumcu, bir yandan da gerektiğinde güç odaklarına (hükümetlere, iktidarlara, sermaye gruplarına) direnebilme gücüne sahip olan bir gazeteciydi. Bunu yapabilmesinin gizi yine “yazdığımdan çok, okuyorum” demesinde saklıydı. Çünkü ilkeli bir gazetecilik ancak bu şekilde mümkün olabilirdi ona göre.

Sultanbeyli’de tekstil atölyesinde çıkan yangına hızlı müdahale Sultanbeyli’de tekstil atölyesinde çıkan yangına hızlı müdahale

İlkeli gazetecilik denilince akla gelen diğer bir unsur da medyanın etik konusuna giren onun “Günümüzde sarı basın kartlarının ardına gizlenip devlet kapılarında ve belediyelerde ‘ihale takip eden’, bankalardan aldıkları kredilerle milyarlar vuran, düzmece belgelerle gazetelerini ve devleti dolandıranlar da var” dediği türden bir gazeteci olmamasıydı.

80’li yıllara doğru artan cinayetleri, Kahramanmaraş gibi toplu katliamları, Kanlı 1 Mayıs’ları araştıran, bu konuda olayların temeline inilmesi gerektiğini belirten Mumcu, bu çarpık düzeni ve dönemin olaylar karşısında sessiz kalan gazetecilik anlayışını şu sözleriyle sorguluyor:

“Bir yanda binlerce silah ve milyonlarca mermi, öte yanda ‘sıkıyönetim silah kaçakçılığı davalarına bakmaz’ diyen yüksek yargı kararları… Bir yanda sosyete cinayetlerinde konuşturulan gazetecilik, öte yanda silah kaçakçılığı karşısında susan, ağzını açmayan basın ahlakı…”

İmza attığı dosyalar

Uğur Mumcu pek çok kitap ve makale bıraktı ardında. Ülkesinde dönen her türlü “kirli işi” ortaya çıkaran kitaplardı bunlar. Her biri araştırmacı gazeteciliğinin ürünü olan kitaplar… İşte Mumcu’nun gazeteciliğini anlamak istiyorsak, hiç kuşku yok ki, önce ele aldığı konuları, yazdığı yazıları, el attığı dosyaları incelememiz gerekiyor.

Bu yazıda hepsinden uzun uzadıya bahsetmek mümkün değil ama kısaca değinmemiz gerekirse, darbeler, mafya, tarikat-siyaset-ticaret üçgeni, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı gibi pek çok dosyaya imza attı Mumcu.

1975’te Anka Ajansı’nda çalışırken Altan Öymen’le birlikte hazırladıkları, Süleyman Demirel’in yeğeni Yahya Demirel’in hayali mobilya ihracatını konu edinen “Mobilya Dosyası” adlı kitabı yayınlanan Mumcu, 1987’de araştırmacı gazetecilik bakımından büyük bir başarı olarak kabul edilen 70’li yılların sonunda Türkiye’den yurtdışına giden din görevlilerinin maaşlarının bir şeriat örgütünce ödenmesini ortaya çıkardığı “Rabıta” adlı kitabını yazmıştı.

80’li yılların terör konusunu ise 1981’de “…terörün silah kaçaklığıyla ilgisini ortaya koymak ve kamuoyunu bu konuda uyarmak…”  önsözüyle yazdığı “Silah Kaçakçılığı ve Terör” adlı kitabında ele alacaktı. 1990’da da “Yakın tarihimizin aydınlanamayan yüzü” diye tanımladığı 1940’lı yılları konu alan “40’ların Cadı Kazanı”nı.

“Sakıncalı Piyade”

1977’de, 1971 askeri rejiminin olaylarını ele alan “Sakıncalı Piyade” adlı ilk tiyatro oyununu yazmıştı Mumcu. “Düzenin sakıncalı gördüğü insanlar” diye nitelendirdiği bu oyun muhtıra döneminde sıkıyönetim mahkemelerinde hukuk profesörlerinin albaylar tarafından adaletsizce yargılanmasını, solculara ülkücüler tanıklığında sahte suçlar yüklenmesini konu alıyordu.

Ayrıca Mumcu’nun 12 Mart döneminde orduya hakaretten gözaltına alındığına ve yargılandığı davadan 7 yıl hapse mahkûm olmasının ardından kararın Yargıtay tarafından bozulması olayından sonra askerliğini Ağrı’nın Patnos ilçesinde “Sakıncalı piyade eri” olarak yaptığına değinmemiz oyunun adını daha da açıklayıcı olur. O döneme atfen şu sözü söyleyecekti Mumcu:

“Anayasaya koymuşlar ‘Kimse inancından, düşüncesinden dolayı kınanamaz.’ Doğru, kınanamaz, 15 yıla mahkûm olur. İnsanlar niçin hapis yatar, niçin acı çeker? Niçin Ziverbey köşklerinden, işkence karargâhlarından geçer? Bunun bir nedeni var. Daha iyi bir dünya, daha iyi bir demokrasi için.”

1979 ise Abdi İpekçi cinayetinin tetikçisi ve Papa’yı öldürme girişiminde bulunan Mehmet Ali Ağaca üzerine araştırmalar yapan Mumcu, İpekçi cinayetinin izini sürmüş ve cinayetin aydınlanmasının mümkün olduğuna şu sözlerle dikkat çekmişti: (suikastın planlayıcılarından) “Şener iade edilirse İpekçi cinayeti aydınlatılır, yitirilen her saniye önemli.”

Faili “meşhur”

Pek çok kitap, makale, iki tiyatro oyunu… “Mumcu gazeteciliği”ni anlamak için onun eserlerini incelemek su götürmez bir gerçek. Bununla birlikte onun neden öldürüldüğü sorusu da yanıt bulacak böylece. Faili meçhul sanılan Mumcu cinayetinin faillerinin meçhul değil, meşhur olduğu anlaşılacak.

Devletin bir güvenlik zafiyeti vererek bizzat sorumlu olduğu ama en çok da yetkililerin “Cinayeti işleyenler bulunur, ortaya çıkarılır” diye “namus sözü vermelerine” rağmen ancak tetikçilerin yakalandığı, tetiği çektiren asıl gücün yargı karşısında hesap veremediği bir adaletsizlik hâlâ vicdanları kanatıyor.

Türkiye’de öldürülen ilk gazeteci olarak tarihe geçen Hasan Fehmi’den bu yana 104 yılda 112 gazeteci, yazar ve aydın öldürüldü. Kimler yok ki aralarında? Sabahattin Ali, Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Metin Göktepe, Hrant Dink, Ahmet Taner Kışlalı ve daha niceleri… Düşünceyi ifadenin hâlâ suç olduğu bir ülkede çağdaş demokrasinin varlığından söz etmemiz imkânsızlaşıyor.

Peki basın özgürlüğü Uğur Mumcu için ne ifade ediyordu? 16 Mart 1980’de Cumhuriyet’te yayınlanan yazısında şöyle diyor:

“Basın özgürlüğü, demokrasinin temellerinden biridir. Kamuoyunu oluşturan ve ifade eden basın, tarihin her devrinde tartışma konusu olmuştur. Basın özgürlüğünün kısıtlandığı dönemlerde demokratik gelişim durmuş, totaliter eğilimler güçlenmiştir. Basın özgürlüğünün gelişimi ile demokratik ilkelerin yerleşmesi arasında zorunlu bir bağ vardır.”

“Devrimci ve Demokrat”

Söyleyin şimdi Uğur Mumcu öldü mü? Nasıl diyordu: “İnsanlar niçin hapis yatar, niçin acı çeker? Niçin Ziverbey köşklerinden, işkence karargâhlarından geçer? Bunun bir nedeni var. Daha iyi bir dünya, daha iyi bir demokrasi için.”

Şu bir gerçek ki gerçek demokrasi Mumcu’nun “Devrimci ve Demokrat” adlı kitabında dediği gibi “Demokratlık karşıtlarına özgürlük istendiği noktada başlar. Bu noktadan öncesi kusura bakılmasın ‘gizli faşistlik’ sayılır” sözünde olduğu gibi karşıtımızın hakkını da savunabildiğimizde gelişecek.

İşte Uğur Mumcu’nun kişiliği ve gazeteciliği ile her kesimden insanda saygı uyandırmasının ve ölümsüzleşmesinin gizi biraz da bunda saklı.

Kaynak: Haber Merkezi