İzmir’de son yıllarda gökdelenler üzerinden başlatılan “dönüşüm”, kente neler getiriyor, kent dokusundan neler götürüyor?
Bayraklı ve çevresinde yükselen gökdelenler, büyük konut projeleri ve değişen şehir dokusuyla bambaşka bir kimliğe bürünüyor. Bu hızlı dönüşüm, kenti modernize etme amacı taşıyor gibi görünse de, beraberinde birçok sorun getiriyor.
Zemin analizleri ne kadar yeterli yapılıyor, şehirdeki doğal doku nasıl etkileniyor, çevresel faktörler göz önünde bulunduruluyor? Değişimin trafiğe etkisi nasıl hesaplanıyor?
Kentleşme ve Zeminin Gerçekleri
İzmir’in zemini, özellikle Bayraklı ve Alsancak bölgelerinde alüvyonlu toprak yapısıyla bilinir. Bu tür zeminlerde yüksek yapıların inşası, ciddi mühendislik önlemleri gerektirir. 1999 Gölcük Depremi ve 2020 İzmir Depremi, kentin deprem gerçeğini bir kez daha hatırlattı. Ancak buna rağmen yüksek katlı binaların hızla yükselmesi, bazı soru işaretlerini de beraberinde getiriyor.
İnşaat projelerinde yapılan zemin etütleri yeterince şeffaf mı? Bu projelerde deprem yönetmeliğine gerçekten uygun malzemeler mi kullanılıyor? Kentsel dönüşüm adı altında dikey yapılaşmaya yönelmek yerine, daha dengeli ve yatay büyüme modelleri düşünülemez miydi?
Doğal Doku ve Çevre Faktörleri
İzmir’in kent kimliği, denizle iç içe, geniş yeşil alanları ve ferah sahil hattıyla şekillenmiştir. Öncesinde denize dolguları, son yıllarda artan betonlaşma, bu doğal dokuyu giderek geri plana itiyor.
Özellikle yüksek binaların oluşturduğu ısı adası etkisi, İzmir’in sıcak ikliminde ek bir sorun yaratıyor. Ayrıca bu binaların enerji tüketimi ve karbon ayak izi, sürdürülebilir kentleşme hedefleriyle ne kadar örtüşüyor? İzmir’in “yeşil kent” olma iddiası, bu büyüme modeliyle ne kadar gerçekçi kalabilir?
Trafik ve Ulaşım Krizi
İzmir’in hızlı dönüşümü, beraberinde ciddi bir trafik sorununu da getiriyor. Yüksek yapıların artması, nüfusun belirli noktalarda yoğunlaşmasına neden oluyor. Ancak bu bölgelerde ortaya çıkan trafik yükü ve araç parkı sorunu için yeterli çözümler üretilmiyor.
İzmir’in kanalizasyon, su şebekesi, sosyal alamn, araç trafiği, araç park yerleri, toplu taşıma altyapısı bu ihtiyacı karşılayabilecek mi?
Sosyal Estetik ve Kent Kimliği
İzmir’in dönüşümü sadece fiziksel değil, aynı zamanda sosyal bir değişimi de beraberinde getiriyor. Modern gökdelenlerin yükselmesi, bir kenti sadece estetik olarak yenilemek anlamına gelmez. Kentin sosyal dokusu, kültürel yapısı, doğa bütünlüğü ve toplumsal dengesi de bu değişimden etkilenir.
Bu yeni dikey yapılar kimler için ve hangi ihtiyaçtan inşa ediliyor? Orta ve alt gelir gruplarının bu yeni kent modeline erişimi var mı? İzmir, iki ayrı sosyal statüye mi ayrılıyor? Biri diğerinin semt yaşamına yabancı yoksul ve lüks semtler mi oluşuyor?
Bu yeni yapılaşma sürecinde şehrin özgün dokusu korunuyor mu? İzmir’in tarihi mahalleleri, eski sokakları ve geleneksel yapıları bu yeni kentleşme dalgasında nasıl bir yer ediniyor?
Planlı Büyüme Şart
İzmir’in dönüşümü kaçınılmaz. Ancak bu değişimin, kontrolsüz, çevresel ve kültürel dokudan soyutlanarak plansız olması, kenti kimliksiz bir beton yığınına çevirebilir. Daha dengeli bir büyüme modeli benimsenmeli. Yatay kentleşmeye ağırlık verilmeli, ulaşım altyapısı güçlendirilmeli ve çevresel sürdürülebilirlik ön planda tutulmalıdır.
Aksi halde İzmir, modernleşme adı altında tarihini, kimliğini ve yaşanabilirliğini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalacaktır. Kentin geleceği için, kısa vadeli rant politikaları yerine uzun vadeli şehir planlaması esas alınmalıdır.
Haydı hayırlısı…