İPTAL EDİLSİN

Avrupa geçtiğimiz günlerde yapılan Avrupa parlamentosu sonuçlarıyla sarsıldı. Aslında görünen köy kılavuz istemiyordu ama yine de herkes nedense şaşırdı.

Abone Ol

Aşırı sağ partiler bu seçimlerle artık siyaseten kritik bir pozisyona sahip oldukları gibi ilerleyen dönemde tıpkı Hollanda ve İtalya’da olduğu gibi hükümette söz sahibi olmaya başlayacaklardır.

Avrupa’da aşırı sağ partilerin oy kazanmasını ve iktidar adayı olmasını sağlayan temel iki nedeni ise ekonomi ve göç dalgası olarak tespit edilebilir.

Bu sürecin bizi etkilemeyeceğini düşünmek ise fazla iyimserlik olur.

Doğrudan etkisi altında olduğumuz sebeplere karşı gerekli tedbirler alınmaz ise çok ağır sonuçlarla karşılaşabiliriz.

Hemen söylemeliyim ki;

Düzensiz göç ile yükselen, ekonomik kriz ile tetiklenen milliyetçilik hareketlerine yabancı değiliz.

Osmanlı’nın karşılaştığı ve çözüm bulamadığı etnik milliyetçilik İmparatorluğun yıkılma sürecini hızlandırmıştır.

Göçlerde yabancı olmadığımız bir olgu.  

Anadolu, tarihin en fazla göç alan toprakları olduğu gibi üç kıtanın keşişim noktasında bulunması nedeniyle göç yollarının ana güzergahlarından birisi de olmuştur.

Göçler sayesinde değişmiş ve milli devlet haline geldiğini söylemenin yanlış olmayacağını düşündüğüm Türkiye’nin günümüz nüfusunun en az % 35-40’nın göçmen ya da göçmen çocuğu veya torunu olduğu tartışılmazdır.

Yeni toplum yapımızın büyük ölçüde son ikiyüz elli yılda Anadolu’ya gelen ve giden toplulukların göç hareketleri sonucunda ortaya çıktığını söylemek de yanlış olmayacaktır.

Ancak bugün yaşananlar geçmiş ile tarihsel göçlerle mukayese edilecek nitelikte değildir.

Düzensiz göç, bir silah olarak kullanılmaktadır.

Diğer bir deyişle yukarıda ifade etmeye çalıştığım göçlerle, gelişme sağlayan bir durum yok karşımızda.

Tam tersine demografik yapımızı olumsuz yönde değiştirecek,

Nüfus dengemizi bozacak bir saldırı bu.

Başka yöntemlerle başaramadıkları, bölemedikleri bu toprakları bu yöntemle bölme niyeti de artık ifşa olmuştur.

O halde bugüne kadar insani olarak fazlasıyla yapıldığına inandığım bu desteğin giderek ve geri dönülmez bir şekilde kötüye kullanılmasının önüne geçilmelidir.

Bir yük paylaşılacaksa bu tamamen Türkiye’nin sırtında olacak şekilde olmamalıdır.

Bir hukukçu olarak açıkça ifade etmeliyim ki Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki Geri Kabul Anlaşması ilk bakışta karşılıklı hak ve yükümlülükler içeren bir metin gibi gözükse de fiili durumda Avrupa ülkelerinin başına bela olacağı düşünülen sığınmacıların Türkiye’ye gönderilmesine hukuki dayanak oluşturulduğu bir metinden öteye geçmemiştir.

Bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına da dikkat çekmek isterim.

Mahkeme, 2011 tarihli M.S.S. v. Belçika ve Yunanistan kararında, Türkiye ve Yunanistan üzerinden Belçika’ya giden ve iltica başvurusu yapan Afgan mültecinin, Yunanistan’a geri gönderilmesi nedeniyle hem Belçika’yı hem de Yunanistan’ı Sözleşmenin 3. maddesini ihlal ettiğine karar vermiştir.

Eş anlatımla Avrupa Birliği ülkesi olsa bile bir sığınmacıyı gerekli şartları taşımayan bir üçüncü ülkeye göndermek bu kişiye zulmetmektir, işkence yasağına aykırı davranmaktır.

Her neresinden bakarsanız bakın insanlıktan uzak bu sorunun kontrol edilmesi kaçınılmazdır.

Bu halde ise ülkemizin menfaatleri her şeyin üstündedir.

O halde daha önce muhalefet şerhi koyduğumuz, çekincelerini paylaştığımız bu anlaşmaya karşı geleceğimiz, çocuklarımız, torunlarımız ve vatanımız için daha yüksek bir sesle ifade etmeliyiz.

Ve demeliyiz ki

 GERİ KABUL ANLAŞMASI İPTAL EDİLMELİDİR.