Herkes susar, Türkiye konuşur!

Halep, tarih boyunca medeniyetlerin kesişim noktası olmuş, kültürel zenginlikleriyle bölgenin incisi kabul edilmiştir.

Abone Ol

Ancak bugün, Suriye iç savaşının yıkıcı etkileriyle anılan ve stratejik bir mücadele alanına dönüşen bu kadim şehirdeki gelişmeler, yalnızca bölgesel dengelerin değil, Türkiye’nin gelecekteki duruşunu da belirleyecek.
Halep, Osmanlı döneminde Anadolu’nun doğal bir uzantısı, hatta kalbi sayılabilecek kadar yakın bir coğrafyaydı. Kültürel ve ticari bağlarımız, Halep’i sadece bir şehir değil, “bizden biri” yapmıştı. Bu nedenle Halep’in kaderine kayıtsız kalmak, öncelikle tarihimize sırt çevirmek anlamına gelir. Hiç kuşkusuz Halep’te yaşanan her gelişme, Türkiye’nin sadece sınırlarını değil, kimliğini de ilgilendirir. 
Halep, uzun süredir insani bir trajedinin merkezinde esasen. Şehirde yaşanan çatışmalar, sivil halk için ağır kayıplara ve göç dalgalarına yol açtı. Türkiye’nin bu noktada, insani yardımları artırması ve özellikle Türkmenler gibi tarihi ve kültürel bağlarımız olan gruplara sahip çıkması takdire şayan. 
Ayrıca Türkiye’nin Suriye politikasında Türkmenler kırmızı çizgidir. Halep’in özgürleşmesi, Türkmeneli’nin yeniden ayağa kalkması anlamına gelir. Bu nedenle, Türkmen varlığını ve kimliğini korumak için her türlü siyasi, askeri ve insani desteği sağlamak bir milli meseledir.
Bununla birlikte Halep’te son günlerde yaşananlar ile Türkiye’nin, tarihi sorumluluklarını ve milli çıkarlarını göz önünde bulundurarak bu süreçte hem insani hem de stratejik bir liderlik sergilemesinin zaruri bir hal aldığını, bu liderliğin, tarihimize ve coğrafyamıza karşı borcumuzun bir gereği olduğunu da söylemem gerekir.
Halep’in muhaliflerin kontrolüne geçmesinin etkileri ise yalnızca Suriye sınırlarıyla sınırlı olmayacak elbette. Türkiye açısından Halep’in geleceği, sınır güvenliğinden insani krizlere, diplomatik ilişkilerden bölgedeki Türkmen varlığına kadar birçok dengeyi, pek çok denklemi değiştirecek. İşte tam da bu noktada, Halep konusunda Türkiye’nin tavrı daha da anlam kazanıyor.
Mevcut durumda liderlik ve istikrar kavramlarının Türkiye açısından önem kazandığını söylemek zor olmasa gerek. Net olan şu ki Türkiye’nin Halep konusunda hem insani hem askeri hem de stratejik bir liderlik sergilemesi gerekiyor. 
Bu liderliğin diplomatik ve ekonomik çözümlerle desteklenmesi ve bölgede kalıcı bir istikrar sağlama çabasını da içermesi olmazsa olmazdır. Aynı zamanda da, Halep ve çevresindeki Türkmen varlığı korunarak, bu tarihi bağlar geleceğe taşınmalıdır.
Yine bu süreçte, İsrail ve İran gibi bölgesel aktörlerin yarattığı istikrarsızlığa karşı da denge politikasından uzaklaşılarak daha aktif bir karşı duruş sergilenmelidir. Türkiye, hem mazlum halkların yanında durarak hem de kendi ulusal güvenliğini sağlayarak, bölgede lider devlet olabilir. 
Türkiye’nin bölgesel gücü ile dengeleri değiştirme zamanı gelmiştir. Bu nedenle
Türkiye’nin daha güçlü bir duruş sergilemesi, hem kendi ulusal güvenliği hem de bölgedeki mazlum halkların korunması açısından kritiktir. Suriye’nin kaderini yalnızca sahada değil, masada da şekillendirmesi, BM’nin kınamalarla yetinen ikiyüzlü tutumunu aşmak için Türkiye’nin liderliği şart! 
 Bu saatten sonra Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolü artık sadece bölgesel değil, küresel bir meseledir. 
Son söz;
Diplomasi önce cephede kazanılır!