Her ütopyanın kendi ters ütopyasını yarattığı gibi bilgi toplumu rüyası da algı toplumu kabusuna dönüştü. Daha fazla aydınlanacağız derken, daha fazla sağırlaştık, körleştik, duyarsızlaştık...” Prof. Dr. Ayhan Biber
İstanbul Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi, Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü Dekanı, değerli öğretmenin Prof. Biber’in bu ifadeleri beni derin bir şekilde düşünmeye yöneltti… Şimdi gelin aydınlanmanın kararmaya dönüşmesini hep beraber inceleyelim.
Kitle iletişim araçlarının ve bilgi teknolojilerinin hızla gelişip yaygınlaşması, 20. yüzyılın sonlarından itibaren, insanlığın önünde yeni bir geleceği müjdeledi. Bu teknolojik dönüşümle birlikte, bilgiye daha hızlı ve daha kolay erişim sağlanacak, bireyler kendilerini geliştirme fırsatlarına sahip olacaktı. “Bilgi toplumu” adı verilen bu yeni toplum modeli, bireylerin aydınlanacağı, yaşamın tüm meselelerine hâkim olacağı ve kendilerini daha özgür bir şekilde inşa edebileceği bir dünya vaat ediyordu. Ancak, her ütopyanın kendi ters ütopyasını yaratma eğilimi gibi, bilgi toplumu ütopyası da zamanla bir algı toplumu kâbusuna evrildi. Daha fazla bilgi ve aydınlanma beklenirken, aslında daha fazla duyarsızlık ile yüz yüze geldik.
Bilgi toplumunun temel dayanaklarından biri, teknolojinin sunduğu olanaklar sayesinde bireylerin daha fazla bilgiye erişmesi ve bu sayede yaşamlarına dair daha bilinçli kararlar alabilmesiydi. İnternetin yaygınlaşmasıyla birlikte, insanlar dünya üzerindeki bilgi kaynaklarına birkaç saniye içinde ulaşabilir hale geldi. Geleneksel medya araçları da bu süreçte dönüşüm geçirerek, bilgiyi hızla yayma ve kitlelere ulaştırma misyonunu üstlendi. Bu sürecin doğal bir sonucu olarak, insanların daha aydınlanmış bireyler haline geleceği, eleştirel düşünme becerilerinin gelişeceği ve toplumsal meseleler karşısında daha duyarlı olacakları varsayılıyordu.
Bu ütopyaya göre, bireyler yalnızca bilgiye ulaşmakla kalmayacak, aynı zamanda kendi kimliklerini daha kolay inşa edebilecekleri bir özgürlük alanına kavuşacaktı. Medya ve bilgi teknolojileri, bireylere kendilerini ifade etme, düşüncelerini yayma ve toplumsal meselelerde etkin rol alma fırsatları sunacaktı. Kitle iletişim araçlarının demokratikleşmesi, bilginin tekelden kurtulup geniş kitlelere yayılmasıyla sonuçlanacak, böylece toplumlar daha şeffaf ve katılımcı bir yapıya dönüşecekti. Fakat bu idealist beklentiler, hızla yerini daha karamsar bir tabloya bıraktı.
Bilgi toplumuna dair bu parlak gelecek tasavvuru, kısa bir süre içinde derin çelişkiler ve sorunlarla yüzleşti. Bilgiye erişim imkanlarının artması, bilginin niteliğinin düşmesine ve bilgi kirliliğinin yayılmasına yol açtı. Bilginin demokratikleşmesi beklenirken, aslında belirli güç odakları ve çıkar grupları tarafından yönlendirilen bir algı yönetimi süreci ortaya çıktı. Medya ve bilgi teknolojileri, bireyleri bilgilendirmekten çok, onların düşüncelerini ve algılarını yönlendiren araçlar haline geldi.
Artık bilgiye ulaşmak, bireyin aydınlanmasını sağlamaktan çok, bir algı oyununun parçası haline gelmişti. İnsanlar bilgiye daha fazla eriştiklerini sanırken, aslında bu bilgi, kendilerini yönlendiren ve şekillendiren bir yanılsama dünyasına aitti.
Sürekli olarak maruz kalınan bilgi akışı, bireylerin farklı perspektiflere ve eleştirel düşünceye olan ilgisini azalttı. Her gün çeşitli krizler, savaşlar, felaketler ve toplumsal olaylarla karşı karşıya kalan bireyler, bu olaylara karşı giderek daha az tepki verir hale geldi. Bilgiye kolay erişim, bireylerin kendilerini bu olaylara karşı daha fazla duyarlı kılacağı varsayılırken, aksine bireyler bu olayları sıradanlaştırdı ve görmezden geldi.