“İnsanı insan yapan, yüzüne güzellik katan ve onu sevdiren tek şey kalbinin temizliğidir.

Yoksa hepimiz aynıyız, etten ve kemikten oluşmuş bedenleriz. Bizi birbirimizden ayıran tek şey kalplerimizin özelliğidir. Eğer temiz ve güzel bir kalbiniz varsa, bu dışınıza yansır. Fakat kararmış, herkesin kötülüğünü isteyen, kıskanç biriyseniz, kalbinizin kötülüğü yine yüzünüze yansır. Ve dünyalar güzeli olsanız bile, kalbinizin karanlığı güzelliğinize gölge düşürecektir.” Emily Bronte 
Güzellik, kavram olarak çağlar boyunca insanları meşgul etti. Son yıllarda kullandığımız yani bizlerin güzellikten anladığının dışında güzellik bir mesele olarak uzun yıllar tartışıldı. Bu tartışmalar öyle bir hal aldı ki en sonunda, “güzellik görecelidir” kanısına varılarak herkes güzel uzmanı oldu! Bir ara televizyonlarda sık sık “Güzellik Yarışmaları” yapıldı. O yarışmalarda kaba tabiriyle eli-yüzü düzgün olanlar “güzel” olarak görülürdü. Çoğu zaman jürinin seçtiği güzel ile halkın kendi içinde karar verdiği güzel birbiriyle çelişirdi. Hatta o zaman en çok sığınılan laflardan birisi “güzellik görecelidir” olmuştur. Lakin bizim tartıştığımız güzel, estetik anlamın dışına çıkamadı. Boyu, posu, kaşı, gözüne yüklediğimiz anlam ile kişiyi güzel diye nitelendirdik. Ve nitelendirmeye de devam ediyoruz. Sözlükte bile güzel şöyle tanımlıyor: “Biçimdeki uyum ve ölçülerdeki denge ile hoşa gidilerek hayranlık uyandıran.” Bana kalırsa güzel bir kavram olarak, bir cümleye sığmayacak kadar büyülüdür. Şunu da unutmamak gerekir, Türk dilimizin zenginliği bizim kavramları daha da geniş algılamamıza, düşünce dünyamızın geniş bir yelpazeye doğru yol açmasına neden olur. Bunu naçizane bir vatandaş olarak söylüyorum. Dilimiz; özümüz, bugünümüz ve yarınımızdır. Ne olur dilimizin “güzelliğini” aklımızın bir köşesine yazalım.
Meseleye geri dönersek, “Ben güzele güzel demem, güzel benim olmayınca” , “Güzelliğin beş para etmez bu bendeki aşk olmasa” ve pek çok güzel üzerine söylenmiş sözler. Güzel ne uyandırıyor bizde? Yahut neden bu kadar önemli? Bu kadar önemli olduğu için mi, tartışıp tartışıp bir yere varamıyoruz. Kavramlar ve kavramların algısı üzerine düşünürken de güzel ve bizlerin güzel anlayışı beni bu yazıyı yazmaya itti. Çünkü gördüm ki, hala güzeli çözebilmiş değiliz. Güzelin derinliğini araştırırken karşıma Hüseyin Cahid’in güzel üzerine yaptığı çalışma çıkageldi. Diyor ki Hüseyin Cahid: “Yapılan tariflerde eksiklik vardır. Bazıları güzeli hoş yerine kullanmışlardır. ‘Şu elmanın ne güzel lezzeti var’ cümlesinde olduğu gibi. Halbuki, bir fırtınayı veya yangını tasvir eden bir resim güzeldir, fakat hoş değildir. Bazıları güzelin ‘faydalı’ olması gerektiğini söylemişlerdir. Fakat güzellik faydadan farklı bir şeydir. Nefis bir tablo güzeldir, fakat faydalı değildir. Mesela bir dilenci resmine hayran oluruz, fakat sokakta gördüğümüz dilenciye istikrah ile bakarız. Kötü huylu bir adamın bir romandaki tasvirini beğenebiliriz, fakat hayatta böyle bir adamla karşılaştığımız vakit nefretle yanından kaçarız. Birçok şey tabiatta güzel olmadığı halde sanatta güzeldir. Lamennais güzeli, ‘hissedebilecek bir şekil altında izhar edilmiş hakikat’ olarak tarif ediyor. Halbuki kin ve haset gibi bazı huyların insandaki hali hiç güzel olmadığı halde, bunların bir sanatkâr tarafından tabloya, romana, şiire aksettirilmesi güzeldir.”
İnsanın dış görüntüsü ile açıklanmaz
Gördüğümüz tablodaki fırça darbesi, bir kelimenin hoşluğu, sanayi aletinin işlevselliği, şiirdeki ahenk, cisimlerdeki boyut yahut insanın dış görüntüsü ile güzel açıklanamaz. Bence güzel ruhumuzun kamaşmasıdır.